Rap sözleri, bazen Lefter’in golleri gibi zamansız bir hatıraya, bazen Serena Williams’ın yaşadığı gelir adaletsizliğine, bazen de unutulan koç Mark Jackson’a ışık tutuyor.
Hip-hop müzik, belki doğasında olan rekabet unsurundan, belki de içinde doğduğu toplumun zevklerinden dolayı var olduğu günden bu yana spor ile içli dışlı. Öyle ki profesyonel olarak kaydedilen ve yayınlanan ilk rap şarkısı Rapper’s Delight’ın daha ilk dakikalarında The Sugarhill Gang’in “Knicks’i izleyebilmek için renkli bir televizyon aldım.” dediğini duyuyoruz. 1979’da çıkan bu şarkıdan 5 yıl sonra Kurtis Blow, “Basketball” şarkısında tam 3 dakika 18 saniye boyunca, şaşırmayacağınız şekilde, basketboldan bahsediyor. . Günümüzde artık, sevdiğiniz bir sporcuyu elinde mikrofonla sahnede ya da favori rapçinizi bir basketbol takımının antrenmanında üçlük atarken görmek mümkün. Bu ilişkinin meyvelerinden olan 7 şarkı sözünü bir kritere bağlı kalmayacak şekilde rastgele sıraladık.

“Kader buluşturur Ziya Doğan’la Ayman’ı”
90 BPM – Hesabı Sorulur – Kayra
Futbol göndermeleriyle tanıdığımız Kayra, şarkılarında FM efsanelerinden bahsetmekten de Anadolu golcülerini anmaktan da geri durmuyor. Öyle ki 2015’ye yayınladığı Hesabı Sorulur şarkısına, CM01/02’de transfer denilince akla gelen ilk isim olan Sergey Nikiforenko’nun adını anarak başlıyor. Bununla birlikte şarkıdaki asıl vurucu kısım, sadakatlerine bir takıma değil, birbirlerine bağlayan Süper Lig’in unutulmaz ikililerinden birini işaret ediyor.
Yolları tam dört farklı takımda kesişen Ziya Doğan ve Mısırlı ön libero Ayman’ın birlikteliği, 2002’de Malatyaspor’da başladı. Puanı olmayan bir takımı devralan Doğan, Ayman’ı transfer etti ve Malatyaspor’u UEFA Kupası’na taşıdı. Sonra Trabzonspor’a gitti, yine Ayman’ı istedi, transfer ocak ayına kaldı ama Doğan istifa etti. Ocakta ne oldu dersiniz? Gençlerbirliği’ne imza atan Ziya Hoca’nın ilk işi Ayman’ı almak oldu. Takım düşme hattından beşinciliğe tırmandı.
Bitmedi. 2007’de Trabzonspor’a döndü, bir kez daha Ayman’ı yanına çağırdı. İkili, ikinci yarıda en çok puan toplayan takımının başrollerindeydi. Daha sonra Diyarbakırspor’da başarısız bir dönem geçiren ikilinin son durağı Konyaspor olacaktı. Ne var ki Ayman, “Hocamı çok seviyorum ama yine benim yüzümden onu eleştirecekler” diyerek gelmedi. Hocasına sadakati, belki de kariyerinden bile daha değerliydi.

“Find me and Lance tryna dance during chemo,
Before they repossess our strong arm bands and tuxedos”
Tyler The Creator – Tamale
“Kemoterapideyken Lance’le dans ederken bul beni
Bilekliklerimizi ve smokinlerimizi geri almadan önce.”
Kariyerinin başında radikal göndermeler yapmakla nefret suçu işlemek arasında ince bir çizgide yürüyen Tyler The Creator, neyse ki bu şarkıda bir kanser hastasıyla dalga geçmiyor. İsmi geçen Lance bizlere tanıdık bir isim. Testis kanserini yenip Tour de France’ı yedi kez kazanan, sonra da doping itirafıyla kariyerini ve mirasını yok eden Lance Armstrong.
Kanser sonrası zaferleri ile yıllar boyu bisikletin bir numaralı elçisi olan Armstrong’un, kanser hastalarına destek olmak için bir vakıf kurmuştu. Doping itirafı sonrası ismi Livestrong olarak değişen vakfın ürettiği sarı bilekliklerse bir dönem çok popülerdi. Öyle ki 2004 Tour de France’da yarışanların çoğu bu bileklikleri takıyordu. Strong arm diyerek bu bileklerden bir kelime oyunu ile bahseden Tyler, doping skandalı ortaya çıkınca toplum gözündeki tüm kredisini kaybeden Armstrong ile empati kurabiliyordu. O sadece herkesin imrenerek baktığı ünvanlarını değil, hayır gecelerinde giydiği smokinleri de kaybetmişti.
Genç yaşlarda yaptığı şarkılarda cinsiyetçi ve homofobik ifadeleri başta olmak üzere toplumdan tepki çekebilecek sözcükleri bol keseden kullanan rapçi, muhtemelen bir gün Lance gibi her şeyini kaybetmekten korkuyordu. Ancak politik doğruculuk akımının henüz yeni yeni filizlendiği günlerde, şarkı sözleri çok da tepki görmedi. Şimdilerde Grammy ödüllü saygıdeğer bir sanatçı olan Tyler aldığı risklerin cezasını ödemeden paçayı kurtardı. Armstrong’un itirafından sonra sarı bileklikler çöpe atıldı, Tyler ise smokinini giymeye devam ediyor.

“Maria Sharapova making more than Serena,
It took Viola Davis to say this”
Common – Black America Again
“Maria Sharapova, Serena’dan daha çok kazanıyordu
Bunu dile getirmek Viola Davis’e düştü.”
Chicago’lu rapçi Common ilk satırda çok basit bir gerçeğin altını çiziyor: Serena Williams, tenis kortlarının en dominant isimlerinde biri olmasına karşın sponsorluk gelirlerinde hep Maria Sharapova’nın gerisindeydi. 2015’te Serena, 21 Grand Slam’e ulaşmıştı, Sharapova ise 5 Grand Slam sahibiydi ve kariyerini yeniden rayına koymaya uğraşıyordu… Bu koşullarda Sharapova sponsorluklardan yılda 23 milyon dolar kazanırken Serena’nın kazancı bunun yarısına yakındı. Rus raket, bir süredir onun dişine göre bir rakip bile değildi. Buna rağmen markalar hala onu tercih ediyordu. Sponsorların bilmediği, bir yıl sonra alacağı doping cezası yüzünden Sharapova’nın kariyerinin tepe taklak olmasına ramak kaldığıydı. Peki bunun sebebi neydi? Cevap aslında herkesin bildiği ama dillendirmediği bir durum. Sharapova sponsorların istediği “pazarlanabilir” profile uygundu, Serena ise ten renginden dolayı ayrımcılığa uğruyor ve kaslı yapısıyla fazla atletik bulunuyordu. Kadın sporcuların sponsorluk gelirlerinde erkeklere kıyasla eşitsizlik yaşadığı zaten biliniyor. Ancakbu örnek, çoklu ayrımcılık söz konusu olduğunda hemcinsler arasında da uçurumlar oluşabileceğini ortaya koyuyor.
Aynı yıl Viola Davis, bir drama dizisinde en iyi kadın oyuncu dalında Emmy kazanan ilk siyahi kadın olarak sahneye çıktığında Harriet Tubman’dan şöyle bir alıntı yapmıştı: “Bir çizgi görüyorum. O çizginin ötesinde yemyeşil tarlalar, çiçekler ve kollarını bana uzatan beyaz kadınlar var… ama oraya geçemiyorum.”
Dünyanın en iyisi olsan bile, eğer reklam ajanslarının gözünde yeteri kadar pazarlanabilir değilsen sponsor çekemiyorsun. Yaşanan bu adaletsizlikler sporun rekabetçi doğasına aykırı olsa da Williams başarılarıyla ve mücadelesiyle ondan sonraki sporculara bir yol haritası oldu. Serena Williams’ın ayak izlerinin bulunduğu yollardan bugünlerde Coco Gauff yürüyor.

“Lefter Küçükandonyadis golleri gibi büyülü lirikler”
Fuat – Bu Ne Cüret – Ceza
Kendi sözleriyle “Üsküdar’dan, Beşiktaşlı Ceza.”, futbolumuzun en büyük efsanelerinden birinin, Büyükadalı Lefter’in adını “Bu Ne Cüret” şarkısında geçiriyor.
Ceza, kendi sözlerini Lefter’in gollerine benzetirken sadece bir futbol efsanesine değil, muhtemelen babasından ve büyüklerinden dinlediği hikayelere referans veriyor. Zira Türk futbolunun unutulmaz isminin hayatı da sahada yaptıkları kadar çarpıcı. Cemal Süreya boşuna, “Metin’den destan, Lefter’den roman çıkar” dememişti.
Lefter’in hikayesi sıradan bir futbolcu hikayesi değil. Büyükada’da balıkçı bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Topa çıplak ayakla her dokunuşu o günlerde farkında olmasa da tekniğini geliştirdi. 1947-1964 arasında Fenerbahçe formasıyla 349 maçta 215 gol attı, milli formayla 50 kez sahaya çıktı. 1950’lerde, ülkemizde futbolun henüz tam olarak profesyonelleşmediği yıllarda Fiorentina’ya gidip İtalya’da top koşturdu. 6-7 Eylül Olayları’nda evi taşlanırken birkaç gün önce attığı golün coşkusuna kapılanlarca omuzlarda taşınan aynı kişiydi. Aslında Türk futbolunun halet-i ruhiyesini anlatan bu çelişkiyi daha sonra “On beş gün önce gol attığımda omuzlardaydım, o gece ise taşlar ve boya tenekeleriyle karşılaştım.” sözleriyle anlatacaktı.
Ceza’nın büyülü lirikleri de aynı Lefter’in golleri gibi zamansız ve unutulmaz. Türkiye’de Hip-Hop kültürünün temellerini atan birkaç isimden biri olan Ceza da yıllar geçse de iyisiyle kötüsüyle unutulmayacak. Goller nasıl sadece “deftere” değil, insanın hafızasına da işleniyorsa; iyi bir söz de dinleyenin zihnine aynı şekilde kazınıyor.

“I used to be jealous of Arron Afflalo,
I used to be jealous of Arron Afflalo”
Kendrick Lamar – Black Boy Fly
“Eskiden Arron Afflalo’yu kıskanırdım
Eskiden Arron Afflalo’yu kıskanırdım”
Kendrick Lamar’ın art arda tekrarladığı “Arron Afflalo’yu kıskanıyordum” dizesi, çoğu kişinin aklına tek bir soruyu getiriyor: Arron Afflalo da kim? Eğer sıkı bir NBA takipçisi değilseniz kariyeri bitmiş bir rol oyuncusunu hatırlamanız kolay değil. Peki o zaman, dünyanın en çok dinlenen sanatçılarından biri olan Kendrick, 2012’deki bu şarkısında neden adı pek de bilinmeyen bir basketbolcuyla kendini yan yana getiriyor?
Sebebi aslında çok kişisel. Afflalo da Kendrick gibi Compton’da doğup büyüdü. Lise yıllarında parlayan yıldızdı, takımı eyalet şampiyonluklarına taşırken geleceğin rapçisi tribünlerden onu izliyordu. Aynı lisede okuyan iki gençten basketbolcu olanının yolu daha parlak görünüyordu. Afflalo’ya, Kendrick’in bu sözleri sorulduğunda, “Onu lisede gördüğümü hatırlıyorum ama pek vakit geçirdiğimizi söyleyemem” diye cevap verecekti. Kendrick’in şarkıda söylediği gibi “2004’tü, Afflalo 30 sayı atıyordu.”
Belki de kıyamet sonrası dünyada bir gün, Afflalo’nun bir zamanlar yaptıklarına dair tek kanıt bu şarkı olacak. İlahi bir güç mü söyletmiş bilinmez ama K.Dot şarkının sonlarına doğru “Jordan gibi olmak isterdim” diyerek çizdiği “ince zevklerin insanı” imajından bir anda uzaklaşıyor.
Şarkının bulunduğu Good Kid, M.A.A.D City albümü, 2012’den 2022’ye kadar tam on yıl Billboard 200 listesinde kaldı. Afflalo ise uluslararası bir şöhrete ulaşamadı. Yine de 39 yaşındaki eski NBA oyuncusuna Compton esnafının hala hesap ödetmediğini güçlü bir şekilde tahmin edebiliriz.

“When you winnin’ they gon’ love you till you lose like Ronda Rousey”
B.o.B – Born to Die
“Kazanırken seni severler, ta ki kaybedene kadar, tıpkı Ronda Rousey gibi.”
2012’de UFC ile sözleşme imzalayan ilk kadın dövüşçü Ronda Rousey, o yıldan 2015’e kadar çıktığı tüm karşılaşmaları kazandı ve “yenilmez” unvanını korudu. Ta ki 2015’te, kariyerini tamamen değiştiren o güne kadar. O ana kadar ismi pek bilinmeyen, düşük profilli bir rakip olan Holly Holm’e nakavt olmasıyla kariyeri bir anda tepetaklak oldu. Holm, Google’da 2015’te en çok aranan isimlerinden biri haline gelirken Rousey’in hikayesi spor tarihindeki en dramatik düşüşlerden biri olarak kaldı.
B.o.B bu şarkıda Rousey’le kendini özdeşleştiriyor olabilir ama onun yaşadıklarını tek bir yenilgiyle açıklamak mümkün değil. B.o.B’nin düşüşü, kaybettiği bir rekabetten değil çenesini tutamamasından oldu. Dünyanın düz olduğuna dair engin fikirlerini sosyal medya hesaplarında paylaştı, bu teoriyi kanıtlamak için çalışan derneklere bağışta bulundu. Bir şarkısında dünyayı şekil değiştirebilen kertenkelelerin yönettiği iddiasında bulunması, çok da parlak bir zihin olmadığına dair ipuçları veriyordu.
NBA şampiyonu Kyrie Irving de benzer şekilde “düz dünya” tartışmasına girip kısa süreli bir PR krizi yaşadı ama sonuçta Kyrie hala Kyrie. B.o.B içinse işler o kadar iyi gitmedi. Artık neredeyse kimse onu dinlemiyor. Hatta dünyanın düz olduğunu savunurken Neil deGrasse Tyson’la Twitter üzerinden kapıştı ve bunu bir rap düellosuna kadar taşıdı. Bu, muhtemelen onu tarihte bir gökbilimci ile dissleşen ilk ve tek rapçi yapıyor. Çok da gurur duyacağınız bir apolet olmasa gerek.

“Kerr got the credit, forgot about Mark Jackson”
Fabolous & Jadakiss – Talk About It
“Kerr takdir topladı, Mark Jackson’ı unuttular”
Golden State Warriors’ın destansı yükselişi hep Steve Kerr’ün adıyla anılıyor. 2014’te göreve gelir gelmez şampiyonluk, birkaç yıl içinde üç yüzük. Kerr, bir anda NBA tarihine oyunu değiştiren koçlardan biri olarak geçti. Ama bu hikayenin bir de gölgede kalan bir kahramanı var, Mark Jackson.
2011’de Warriors’ın başına geçen Jackson, genç ve tecrübesiz bir kadroyu alıp ligin en sert konferansında play-off takımı haline getirdi. Stephen Curry ve Klay Thompson’ı birlikte oynatarak “Splash Brothers” efsanesini başlatan da Draymond Green’in savunma liderine dönüşmesini sağlayan da oydu. O sezon 51 galibiyetle kulübün 22 yıllık en iyi derecesini yakaladı. Ama Clippers’a 7. maçta elenince gönderildi. Gerekçe? Yönetimle anlaşamaması, bazı yardımcılarıyla yaşadığı sorunlar ve “takımı buraya kadar getirdi” algısı. Sekiz gün sonra Steve Kerr imzayı attı, Mark Jackson’ın kurduğu temelin üstüne şampiyonluk geldi.
Peki Mark Jackson, o genç kadroya inanmasa bunlar mümkün olur muydu?
Fabolous bu satırda tam da bunu hatırlatıyor. Kerr alkışları toplarken Jackson neredeyse unutuldu. Hatta Jackson bir daha NBA’de koçluk şansı bile bulamadı. Kimi onun karakterini sorunlu buldu, kimi siyasi ve dini görüşlerinin San Francisco kültürüne uymadığını söyledi.
Jackson’a yapılan “sorunlu karakter” yakıştırması, Fabolous’un kişiliğine daha uygun bir saptama olabilir. Kariyerini adında bilinçli olarak yapılan bir yazım yanlışı üzerine kuran müzisyen (Doğru yazımı: Fabulous) kişisel hayatında aldığı yanlış kararlar ile unutulmayı adeta hak etti. 1990’ların sonunda hızla ünlenen rapçi, yasadışı silah bulundurma ve aile içi şiddet suçlarından hüküm giymesi ile ani bir çöküş yaşadı.
Bugün Warriors bir hanedan olarak anılıyor, Kerr haklı olarak övülüyor. Peki Mark Jackson, o genç kadroya inanmasa bunlar mümkün olur muydu? Cevabı bulmak zor değil.
Bir yanıt yazın