Saha içinde sağlam bir oyun aklı, saha dışında sessiz bir bilge. Agostino Di Bartolomei, sadece Roma’nın kaptanı değil; bir şehrin yarım kalan hikâyesiydi.
Futbol sahalarında kaptanlık sadece bir pazubent değildir. Bazen bir şehrin karakterini taşımaktır. Bazen omzunda tribünlerin tüm yükünü ve kalbinde bir halkın kırgınlığını taşımaktır. Agostino Di Bartolomei, Roma için tam da böyle bir kaptandı. Başkentin toprak sahalarından Roma Olimpiyat Stadyumu’na uzanan yaşamı, sadece bir kariyer değil; bir şehirle yaşanmış derin, tutkulu ve ne yazık ki sonu hüzünlü bir aşk hikâyesiydi.
1955’te Roma’nın kenar mahallelerinden Tor Marancia’da dünyaya geldi. Babası Franco, ona dedesinin adını verdi. Hayatı boyunca olduğu gibi sessiz, içine kapanık ama zeki bir çocuktu. Hayali doktor olmaktı. Okul karnelerinde “çalışmaya yatkın, derslerde ciddi ve istikrarlı” diye yazıyordu öğretmenleri. Ama futbol, çok geçmeden eğitimden daha ağır bastı hayatında.
13 yaşında Milan gözlemcilerinin transfer teklifini reddetti. Genç yaşta Roma’dan ayrılmayı göze alamadı ya da ayrılması için şimdilik bir nedeni yoktu. Milano’ya yolunun düşmesine daha seneler vardı. 1969’da AS Roma altyapısına katıldı. Katenaçyo’nun mucidi, efsane teknik adam Helenio Herrera, onun ilk deneme antrenmanını izledi ve “Bu çocuk hakkında daha çok şey duyacaksınız” dedi. Haklıydı.
AS Roma formasıyla ilk kez 22 Nisan 1973’te, henüz 18 yaşından birkaç gün almışken Serie A’da Inter karşısında sahaya çıktı. Sarı-kırmızı formayla ilk golünü Bologna’ya karşı attı. 1975’te kiralık gittiği Vicenza’ya kadar 3 sezonda 23 maça çıktı. Pişmesi için gönderildiği Serie B’de 33 maçta 4 gol atarak rüştünü ispat etti. 1976/77 sezonunda Roma’ya döndüğünde, artık orta sahada oyunun ritmini belirleyen bir liderdi. 1977/78 sezonunda 10 golde imzası vardı.
Bir Takımı ve Şehri Sırtlamak

1980’lerin başında AS Roma, tarihinin en görkemli kadrosuna kavuşmuştu. Başkan Dino Viola’nın vizyonuyla kurulan takımda efsane Brezilyalı Falcão’nun zarafeti, Bruno Conti’nin hızı, Carlo Ancelotti’nin zekâsı ve kaleci Franco Tancredi’nin refleksleri vardı. Ama takımın zihni, ruhu ve kalbi şüphesiz Agostino Di Bartolomei’ydi. Teknik direktör Nils Liedholm’ün sade ama disiplinli sisteminde o, başroldü. 10 numara giymesine rağmen klasik bir oyun kurucu değildi; topun yönünü belirleyendi, temponun sahibiydi. Saha içindeki soğukkanlılığıyla takımını yönetiyor, duran toplardaki ustalığıyla kilit anlarda sorumluluk alıyordu.
Baron Liedholm, onun için şöyle diyordu: “Agostino ile çoğu zaman sözlere gerek yoktu. 30-40 metrelik pasları keskin, zekâsı olağanüstüydü. Takım için oynardı.” 1979/80 ve 1980/81 sezonlarında Roma, üst üste iki kez İtalya Kupası’nı kazandı. Di Bartolomei her iki finalde de takımın en kritik oyuncusuydu. 1980’de Torino’ya karşı kazanılan finalde penaltılar belirleyici olmuş, 1981’de ise Juventus karşısındaki liderliği takımı zafere taşımıştı. Juventus ligde üst üste şampiyonluklar yaşarken Roma bir sezonu 2., diğer sezonu 3. sırada tamamladı. Bu başarılar, 41 yıl sonra gelecek olan Scudetto zaferinin habercisiydi.
1982 Dünya Kupası’nı Gök Mavililer İspanya’da kazanırken, Bartolomei televizyon başındaydı. İtalyan A milli formasını hiç giyememişti. U21 milli takımında 8 kez forma giymiş, 7 gol atmıştı. Ancak A milli takıma çağrılmaması, kariyeri boyunca içinde kalan bir yaraydı. O yaz dünyaya gelen oğluyla teselli bulmuştu; oğlu Roma’ya uğurlu gelecekti.
Zirve ve Yıkım: 1983-1984

1982/83 sezonunda Roma, Serie A’yı 43 puanla zirvede tamamladı. Ago, o sezon 30 maça çıktı ve 5 gol attı. Ama bu başarı sadece istatistikten ibaret değildi; o, takımın 10 numaralı kaptanı ve ruhuydu. Şampiyonluk Torino beraberliğiyle ilan edildiğinde, Di Bartolomei kupayı ellerinde sessizce yükseltti. Çünkü onun için gösteriş değil, aidiyet önemliydi. 41 yıl sonra gelen zaferin ardından Roma taraftarları, yeni bir şampiyonluk için milenyumu bekleyeceklerinden habersizdi.
Bir sonraki sezonun hedefi Avrupa’nın en büyüğü olmaktı. Şampiyon Kulüpler Kupası’nda IFK Göteborg, CSKA Sofia, Dinamo Berlin ve Dundee United’ı eleyerek finale yükseldiler. Özellikle yarı finalde İskoç temsilcisi Dundee karşısında deplasmandaki 2-0’lık mağlubiyetten sonra Roma Olimpiyat Stadyumu’ndaki -yıllarca hakem kararları nedeniyle tartışılan- 3-0’lık dönüş, Roma’nın tutkusunu ve Di Bartolomei’nin liderliğini bir kez daha kanıtladı. Kaptan, takımının 3. golünü penaltıdan atmıştı.
Ve 30 Mayıs 1984… Roma tarihinin en büyük maçlarından biri. Olimpiyat Stadyumu’nda 70.000’den fazla Roma taraftarının önünde, Liverpool’a karşı Avrupa finali. Roma için sadece bir kupa finali değil, uzun zamandır beklenen kutsal bir buluşmaydı. 13. dakikada Liverpool Phil Neal’in golüyle öne geçti, 43’te Roberto Pruzzo eşitliği sağladı. Uzatmalar da skoru değiştirmeyince penaltı atışlarına geçildi.
İlk penaltı için topun başına Di Bartolomei geçti. Zaman ve şehir donmuş gibiydi. Soğukkanlılıkla ağlara gönderdiği top, onun Roma’ya olan bağlılığının sessiz bir imzasıydı. Bruno Conti ile Francesco Graziani’nin kullandıkları penaltı vuruşları kaçınca, kupa Liverpool’un oldu. O gece sadece bir kupa kaybedilmemişti; Ago’nun iç dünyasında da bir şeyler kaybolmuştu. “Penaltılarla kaybedilen bir final, bir şehri susturur. Ve ben o sessizlikte kaldım.”
Bir ay sonra Roma, Hellas Verona’yı mağlup ederek İtalya Kupası’nı bir kez daha kazandı. Di Bartolomei, kaptan olarak kupayı son kez havaya kaldırdı. Bu, Roma formasıyla çıktığı son resmi maçtı. Şehre vedası bir kupa eşliğinde olmuştu. 148’i kaptan olmak üzere 314 kez giyilen forma ve 69 gol… Roma tarihine adını altın harflerle yazdırmıştı.
Yeni Renkler, Eski Yalnızlık

Finalin ardından kulüp teknik direktörlüğe Sven-Göran Eriksson’u getirdi. İsveçli, daha hızlı bir oyun istiyordu ve yavaş olduğunu düşündüğü kaptana artık kadroda yer yoktu. Yıllarca formasını giydiği sarı-kırmızılılar, ona detaylı bir açıklamayı dahi çok görerek sözleşmesini yenilemedi. Olimpiyat Stadyumu’nda Curva Sud tribünü onun için şu pankartı açtı: “Senden Roma’yı aldılar ama tribünü değil.” Kaptan içlerinden biriydi, gerçek Romalıydı ve hep öyle kalacağını düşünüyorlardı.
Roma’daki eski teknik direktörü Liedholm ise onu Milan’a istedi. Yıllarca beraber çalıştığı oyuncusuna ve onun futbol aklına çok güveniyordu. Roma’da giydiği 10 numarayı bırakıp Milan’da 5 numaralı formayı giydi. Futbol zekâsı değişmedi ama oyuna olan tutkusu, tıpkı numarası gibi yarıya düşmüştü sanki.
Roma’ya karşı 14 Ekim 1984’te Milan formasıyla golünü attığında, kendisinden beklenmedik şekilde aşırı sevindi. Roma ile ölene kadar aralarına girecek soğukluk bu gol sevinciyle başladı. Roma tribünleri kaptanlarına sırtını dönmüştü artık. Kırılma orada yaşandı. Milan’da 3 sezon forma giydi. Toplam 119 maçta 14 gol attı. 1986’da küme düştüler, bir sonraki sezon Serie B’de şampiyon oldular.
1987’de Milan’dan ayrıldı. Serie B’deki Cesena’ya gitti. 27 maçta 4 gol attı. Liderdi ama artık zirve formundan uzaktı. 1988’de eşi Marisa’nın memleketine yakın olmak için Salernitana’yı seçti. Serie C1’deki takımda 41 maça çıktı, 11 gol attı. Takımı zirveye taşıdı ve 1990’da 35 yaşında futbolu bıraktı.
Acı Veda
Her zaman sanata ve edebiyata çok düşkündü. Çok âşık olduğu eşiyle de bir resim sergisinde tanışmıştı. Futbolu bıraktıktan sonra eşinin memleketine yerleşti. Genç futbolcular için bir futbol okulu açtı. Tecrübelerini aktarmak istiyordu. Bu uğurda bankalardan krediler çekti ama yatırımları yönetemedi. Teknik direktör olmak istedi, hiçbir teklif almadı. Kimseden bir şey isteyebilecek bir karaktere de sahip değildi. Doğup büyüdüğü, yıllarca kaptanı olduğu Roma ona kapılarını kapatmıştı. Hayat yavaşladı. İçindeki fırtına sustu ama dinmedi. Son kredi başvurusu da reddedilmişti.
İtalya’nın güneybatısının en güzel kasabalarından biri olan Castellabate’nin San Marco köyünde, bir bahar sabahı… Roberto Baggio’nun 1994 Dünya Kupası finalinde penaltıyı kaçırmasına iki, Francesco Totti’nin Roma için ilk golünü atmasına dört ay var. Takvimler 30 Mayıs 1994’ü gösteriyor. Agostino Di Bartolomei’nin hayatındaki en büyük yenilgisinin 10. yıl dönümü.
Evdeki herkesten erken uyandı. Bir gece önce arkadaşlarıyla yemek yemişti. Her şey normal gözüküyordu. Her zamanki gibi renk vermemişti. Eşi Marisa’ya bir mektup yazdı: “Seni seviyorum, muhteşem çocuklarımızı seviyorum ama tünelden çıkış göremiyorum, kendimi bir deliğe kapanmış hissediyorum.” Pijamalarıyla terasa çıktı. Güneş onun için son kez doğmuştu. Elindeki 38 kalibrelik Smith & Wesson tabancayı kalbine dayadı. Sonrası… Sonrası yok.
İtalya, kaptanın intiharından sonra derinden sarsıldı. Olimpiyat Stadyumu’nda Curva Sud’da anısına tam da onu anlatan bir pankart vardı: “Söz yok… Her zaman kalbin derinliklerinde bir yerdesin. Hoşça kal Ago.”
Vefatından sonra İtalya’nın kültürüne birçok derin iz bıraktı. Sokak ve caddelere adı verildi, anısına şarkılar yazıldı. Yıllar sonra oğlu Luca Di Bartolomei şöyle dedi: “Babam, başarılarından ziyade gidişiyle daha büyük iz bıraktı. Onu affetmem uzun sürdü. Ama artık biliyorum ki bazı insanlar hayatta değil, gittikten sonra büyür.”
Babası sessiz ama çok büyük bir kaptandı. Belki de Francesco Totti-Roma ilişkisini böyle kusursuz yapan şey Totti’den önceki bayrak adamla olan ilişkideki hataları tekrarlamamaktı.
Kaptanlar ölebilirler, ölmeyi tercih edebilirler…
Ama tarih her zaman gerçek kaptanları yazacaktır.
Yazının orjinali ilk olarak Tam Saha Dergisi’nin 2025 Mayıs ayında yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın