,

Neden Yabancı Takımları Tutuyoruz?

Yakınlara güvenemeyen bir toplumda, uzaklardaki bir takımın marşıyla teselli buluyoruz. Peki biz neden yabancı takımları tutuyoruz?

Televizyondan çıkan ses koridorda yankılanıyor; odaya bir stadyum atmosferi doluyor. Ekranda binlerce kişi, hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyor. Kumandanın ses tuşuna basan parmakların sahibi, bilmediği bir dildeki marşı beceriksizce mırıldanıyor.

Yabancı, o anda kendisinden kilometrelerce uzaktaki tribünlerde coşan kalabalıkla gönül bağı kuruyor. Kimliklerin, köklerin, renklerin ötesinde bir aitlik hissi bu.

Peki bu hissin kaynağı nerede? Bir marşa eşlik ederken içimizi saran o coşku neden bu kadar güçlü?

Davranışın Ödülü, Oyunun Cazibesi

B.F. Skinner, operant koşullanma kavramını ortaya attığında 20. yüzyılın ilk yarısı neredeyse geride kalmıştı. Ona göre insanlar, bir davranışın ardından gelen ödül veya ceza sayesinde o davranışı sürdürmeyi ya da bırakmayı öğreniyorlardı. Yani ödüllendirildikleri sürece söz konusu davranışı tekrar etme olasılıkları artıyor, aksi durumda ise bundan kaçınıyorlardı.

Amerikalı ruhbilimci farkında olmasa da insanın oyun tutkusunun -hatta bağımlılığının- kökenine dair en önemli ipuçlarından birini vermişti. Zira daha sonra Pritchett ve Mulder’ın 2004’te yayımladığı araştırmalar; ödül arayışı davranışının, ödüllerin öngörülemez olduğu ve rastgele aralıklarla meydana geldiği durumlarda özellikle belirgin olduğunu ortaya koydu.

Hangi takımın maçı kazanacağına dair belirsizlik, golün geleceği dakikayı asla önceden bilememek… Belki de futboldan kopamayışımızın cevabı tam da burada yatıyor.

Birçoğumuz futbolla olan ilişkisini belirli bir takım üzerinden kuruyor. Mahalledeki renkler, şehirdeki coşku veya ülkeyi kapsayan bir aidiyet. Hal böyleyken “Neden takım tutuyoruz?” sorusu geliyor akıllara ister istemez.

Küresel Köyün Tribünü

2020’de taraftarlığın nedenlerini araştıran Avrupa Kulüpler Birliği, 14 binden fazla kişiyle yaptığı anketle tatmin edici bir cevap aradı. Birleşik Krallık, İspanya, Almanya, Hollanda ve Brezilya gibi futbol ülkelerini de kapsayan bu çalışmada tahmin edilebilir ancak anlamlı sonuçlara ulaşıldı.

Buna göre; 

  • İngiltere’deki taraftarların yüzde 30 oranında ailesinin tuttuğu takımı desteklediği;
  • Almanya’daki taraftarların yüzde 35 oranında kulübün bağlı olduğu değerlerden etkilendiği;
  • Hollandalılar için en önemli kıstasın yüzde 35 ile kulübün oynadığı futbol olduğu; 
  • İspanyol futbolseverlerin yüzde 36 ile kulübün bağlı olduğu değerlere önem verdiği;
  • Futbol aşığı Brezilyalıların ise takım tutma tercihlerini yüzde 37 oranında aileleri sebebiyle belirlediği ortaya çıktı.

Ne var ki artık taraftarlığın sınırları değişiyor. McLuhan’ın deyimiyle; internetin dünyayı bir tür küresel köye çevirdiği çağda taraftarlık, aileden çocuklara geçen bir renk olmaktan çıkıp ekran başında kurulan bir ilişkiye dönüşüyor. 

Mahallelerin yerini sosyal medya, stadyumun yerini değişik boyuttaki ekranlar alıyor.

Artık bir takımı sevmek, onun şehrine değil; oyun tarzına, sembollerine, hatta sosyal medyadaki içeriklerine bağlanmak anlamına geliyor. Madrid’de atılan bir gol, Ankara’daki bir gencin içini titretiyor. Çünkü o gol, yalnızca bir şehrin değil, ortak bir duygunun parçası oluveriyor. Ve biz farkına varmadan kendi sokağımızın değil, dünyanın öteki ucundaki bir sokağın takımını tutuyoruz. Belki de yabancı bir takımı desteklemek, köklerimizden kopmak değil; modern çağda aidiyet hissini yeniden tanımlamak anlamına geliyor.

Geçmişte kimliğini, değerlerini, hatta ahlakını ailesinden, kültüründen, ulusundan alan taraftar; bugün giderek tek bir dünya topluluğunun üyesi olduğunu savunuyor. Çeşitliliği takdir ediyor, yerel kimliğin ötesinde bir arayışa yöneliyor. Futbol taraftarlığı bağlamında bu, yabancı bir takımı benimsemek ve hatta onu canhıraş biçimde savunmak şeklinde ortaya çıkıyor.

Liverpool Başkanı Tom Werner, “Kulübün küresel gücünün farkındayız. Şu anda dünya çapında Liverpool’u takip eden yaklaşık bir milyar insan olduğunu düşünüyoruz.” derken tam olarak bunu kastediyor. 2024/25 sezonunda sosyal medyada toplam 1,7 milyar etkileşim almaları, Liverpool’un kendi mahallesinin dışında devasa bir küresel köyün parçası olduğunu kanıtlıyor. Üstelik bu durum, dünyanın diğer büyük kulüplerinde de kolayca görülüyor.

Haziran 2025 itibarıyla sosyal medya hesaplarındaki takipçi sayılarına bakıldığında, futbolun en başarılı kulüplerinin aynı zamanda dünya çapında milyonlarca taraftara ulaştığını görmek mümkün. Zira futbol artık yalnızca stadyumlarda değil, algoritmalarda ve takipçi sayılarında da oynanıyor. 

Buna göre tüm sosyal medya hesaplarında Real Madrid’i yaklaşık 475 milyon, Barcelona’yı ise yaklaşık 430 milyon kişi takip ediyor. Bu iki kulübü yaklaşık 235 milyon takipçi ile Manchester United ve 200 milyon ile Paris Saint Germain izliyor.

Türkiye’de Neler Oluyor?

Türkiye örneği ise elbette hemen her konuda olduğu gibi çelişkiler ve kendine has durumlarla dolu. Bunu anlamak için ilk olarak ülkede yabancılara olan yaklaşıma göz atmak gerekiyor.

World Values Survey’in 2018 verilerine göre; Türkiye’de her üç kişiden biri yabancı dil konuşan bir komşu istemiyor. Başka dinden komşu istemeyenlerin oranı yüzde 41, başka ırktan istemeyenlerin oranı ise yüzde 41,2. Bu rakamlar, Türkiye’de aidiyetin hâlâ ‘yakın olana’ duyulan bir bağlılık üzerinden kurulduğunu gösteriyor.

Kendisini yaşadığı şehre ‘çok bağlı’ hissedenlerin yüzde 48,4 olduğu Türkiye’de, ülkeye duyulan bağlılık ise yüzde 36,1. Avrupalı hissedenlerin oranının yüzde 6,7; küresel aidiyetin ise sadece yüzde 7’de kalması ülkemiz için birçok şeyi anlatıyor.

Peki bu kadar yerel bir güven ve aidiyet haritasının ortasında, neden milyonlarca kişi dünyanın öteki ucundaki kulüplerle gönül bağı kuruyor?

Belki de bu çelişkinin içinde bir kaçış yatıyor. 

Güvenin azaldığı, ortak duyguların yerini kendisini ‘öteki’ üzerinden tanımlamanın yer aldığı bir toplumda; uzaklardaki bir futbol kulübü, yeniden ‘biz’ diyebilmenin en risksiz yolu haline geliyor. 

“You’ll never walk alone!”, “Hala Madrid!” veya “Visca Barça!” demek, kendi ülkesine tam olarak aidiyet hissedemeyen bireyin sığındığı yeni bir topluluk duygusu yaratıyor. Orada kimse seni sorgulamıyor; etnik kökenini, politik görüşünü ya da aksanını merak etmiyor. Tek ölçüt var: Aynı takımı tutmak.

Yabancı kulüplerin Türkiye’deki taraftar hesaplarında binlerce kişinin toplanması, yabancı takım tutma yöneliminin ciddiyetini gösteriyor.

X’te Liverpool Türkiye’nin 110 bin, Manchester City Türkiye’nin 67 bin, Real Madrid Türkiye’nin 66 bin takipçisi var. Arsenal, Chelsea ve Tottenham’ın Türkiye hesapları ise her şehirden taraftarlarıyla 45 bine yaklaşıyor. Öte yandan Barcelona’nın resmi Türkçe hesabını ise 421 bin kişi takip ediyor.

Kimi zaman bu sayfalar Türkiye’deki yerel kulüplerin taraftar gruplarından bile daha aktif oluyor. Çünkü burada herkes, kendi dilinde ama başka bir kültürün içinde konuşabiliyor. Bir bakıma, güvenemediğimiz ‘yakınların’ yerini, merak edilen ve daha cazip gelen ‘uzaklar’ alıyor. 

Son Söz: Aynı Marşın Altında

Aslında bütün mesele bir yere değil, bir duyguya ait olmakta. Kendi sokağındaki komşuna güvenemezken, binlerce kilometre ötede tanımadığın insanlarla aynı marşı söyleyebilmekte. Belki de bu yüzden yabancı bir takımı tutmak, modern çağın en masum kaçış biçimi. İnsanın kendi ülkesinde bulamadığı adaleti, sevinci, kolektif coşkuyu başka bir yerde arayışı.

Ekranın başında kurulan devasa tribün, bizi birbirine bağlayan son duygusal bağlardan biri artık. Ne kadar uzak olursa olsun aynı forma altında, bizden çok uzakta ve bizimle hiçbir bağı olmayanlarla yan yana durmanın tesellisi var orada.

Artık konu nerede doğduğumuzda değil; nerede aynı duyguyu paylaştığımızda. 

Buraya ait olamayışımızı kilometrelerce ötede yabancı bir tribünün içinde yaşayabiliyorsak; o zaman bu uzaklık bir yabancılık değil, belki de yeni bir yakınlıktır aslında.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir