,

Manchester, Kolla Kendini!

Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’ne katılan ilk Türk takımı olmak için bir İngiliz devini, Manchester United’ı geçmek zorundaydı. Türk futbolunun unutulmaz sayfalarından birini, gazete arşivlerinden de yardım alarak anımsayalım…

Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın formatının değiştiği 1992 yılı, yeni bir markayı da doğurmuştu: Şampiyonlar Ligi. İlki 1992/93 sezonunda oynanan formata katılabilmek için ön elemeyi geçmesi gereken Beşiktaş, Göteborg engeline takılmıştı. Kısmet, Türkiye’nin bir sonraki şampiyonuna olacaktı…

1992/93 sezonunu şampiyon tamamlayan Galatasaray, Avrupa’da da başarı hedefliyordu. Öyle ya, daha önce Kupa 1’de yarı final görmüş, daha bir sezon önce ise Kupa Galipleri Kupası’nda yarı finali son saniyede kaçırmış bir camiaydı söz konusu olan. Avrupa’da başarı, şarttı.

Sezona beklenmedik bir teknik direktör değişikliğiyle başlandı. Şampiyon hoca Karl-Heinz Feldkamp, -tıpkı 15 yıl sonra yapacağı gibi- sağlığını gerekçe göstererek görevi bıraktı ve teknik danışmanlığa getirildi. Yeni teknik direktör, onun Kaiserslautern’deki yardımcı antrenörü Reiner Hollmann’dı.

Kadrosunu önemli ölçüde koruyan takım, yerli havuzunu genişletti. Anadolu kulüplerinden alınan bazı oyuncularla takviye edilen kadro, kâğıt üzerinde Avrupa’ya hazırdı. Ancak bir de yıldız gerekiyordu. O yıldız, adı yıllardır üç büyüklere yazılmış olan Türk kökenli bir İsviçreliydi. Kubilay Türkyılmaz, şampiyon kadroya yapılan en önemli eklemeydi.

Galatasaray, ön eleme turlarının ilkinde İrlanda şampiyonu Cork City ile karşılaştı. Ali Sami Yen’de gol kaçırma yarışına giren Sarı-Kırmızılılar, maçı ancak 2-1 kazanabildi. Stresli ve zor geçen rövanşı ise Kubilay’ın golüyle 1-0 kazanmayı başaran takım, Şampiyonlar Ligi’ne bir adım daha yaklaşmıştı. Ancak onları son ön eleme turunda adeta bir ‘bölüm sonu canavarı’ bekliyordu: Manchester United.

Manchester United, Premier Lig’in ilk sezonunu şampiyon tamamladığında 25 yıllık bir hasreti sona erdirmişti. Alex Ferguson’ın ağır adımlarla zirveye yaklaştırdığı takım her ne kadar 1991’de Kupa Galipleri Kupası’nı kazanmışsa da, Avrupa tecrübesinden uzaktı ve hala eski usul İngiliz futbolunu tercih ediyordu. Ağır savunma elemanları, hızlı açıklar, şaşmaz bir 4-4-2 ve sonu gelmez uzun toplar…

İlk maç, 20 Ekim 1993 günü Old Trafford’da oynanacaktı. Maçtan önceki gazetelere göre Ferguson temkinli, futbolcular ise rahattı. “Fark atacağız” diyorlardı, Hürriyet’teki habere göre. Bu iddiayı dillendiren bir tek Hürriyet değildi, maçı TGRT adına anlatan Ümit Aktan da İngilizlerin fark atacaklarına emin olduklarını ve “hindiyi yiyeceğiz” dediklerini aktaracaktı. Sabah’ta Süleyman Rodop’un ‘özel haberi’ ise, bir büyük komediydi. Danışman Feldkamp’ın Hollmann’a sunduğu raporda istediği düzeni okuyucularına aktaran Rodop’un söylediği hiçbir şey doğru çıkmayacaktı… Gazetede yer alan haberin ne kadarının baskı/dizgi hatasına kurban gittiğini bilemiyoruz. Ancak Bülent’in Cantona’yı, Stumpf’un ise Hughes’ü marke edeceğini yazan gazete, fena halde yanılıyordu. Gencecik ve adeta bir hız makinesi olan Giggs’i 33 yaşındaki, hayatında sağ bek oynamamış Büyük Yusuf’un tutacağını yazmak ise, akıl dışıydı.

Maç beklendiği gibi, çok zor başladı Galatasaray için. Sahada savunma yapmaya çıkmayan takım, elinden geldiğinde ofansif oynamaya çalışıyordu. Zaten Hollmann’ın arzusu da bu yöndeydi. Ancak United, ilk 15 dakikada afallattı Sarı-Kırmızılıları. Henüz üçüncü dakikada savunmanın bir türlü uzaklaştıramadığı topu önünde bulan tecrübeli kaptan Bryan Robson, takımını öne geçirdi. Ancak baskı bu golle azalmadı. 14.dakikada kazanılan köşe vuruşu, Galatasaray için büyük bir tehlikenin habercisiydi. Ümit Aktan da -sanki sahadakiler duyacakmışçasına- Pallister’ın savunmadan çıkıp geldiğini ve ona dikkat edilmesi gerektiğini söylüyordu. Top Pallister’ın olduğu noktaya doğru havalandı ve bir kafa vuruşu, kaleci Hayrettin’i ters köşede bıraktı. Topu rakip kaleye gönderecek en önemli kozumuz, yanlış ağları havalandırmıştı. Hakan’ın kendi kalesine attığı gol, deplasmanda 2-0’lık bir yenilgiyi getirmişti Galatasaray’a.

Artık kaybedecek bir şey yoktu. İlk 15 dakikalık şaşkınlığı üzerlerinden atmak için iki gol fazla bile gelmişti Galatasaray’lı futbolculara. Arif’in yenilen ikinci golün üzerinden henüz iki dakika geçmişken gelen füzesi, bir umut ışığı yaktı Old Trafford’un loş atmosferinde. Durum 2-1 olmuştu ve henüz 75 dakikalık bir süre vardı. Galatasaray baskıyı artırdı. Üst üste pozisyonlara girdi, şok presle rakip kaleyi bunalttı. Ve bu bunalım, rakibi hataya zorladı. 32.dakikada Lee Martin’in kaleci Schmeichel’la yaşadığı anlaşmazlık, topu ağır ağır United filelerine sürüklerken Kubilay çıktı sahneye. Topa çizgiyi geçmeden hemen önce dokundu, golü imzaladı. Kale sahasının bozuk zemininde kayıp fileleri yırtması da cabasıydı. Hayal bile edilemeyecek bir durum gerçekleşmiş, bir İngiliz takımına karşı 2-0’dan geri gelinmişti. Korku yenilmişti. Galatasaray, güvenini yeniden kazanmıştı.

64.dakikada Kubilay bir gol daha atınca, yer yerinden oynadı. Ümit Aktan maçı anlatmayı bırakmış, nefesini yetiremediği mutluluk cümleleri kuruyordu. Tabii, TGRT’nin suyunu çıkardığı reklam aralarından fırsat kaldığında. Henüz reklam kuşaklarına yönelik bir düzenlemenin olmadığı yıllarda -kaldı ki özel televizyonlara dair bir kanun bile yoktu- maça onlarca reklam alan TGRT, maçı izleyiciler için bir zulüm haline getirmeyi başarmıştı. İnanmayanlar, maçın kaydında Galatasaray atağa çıkarken ekranın kararıp Ördekçioğlu Tencereleri’nin reklamının yayınlandığı anı bulup keyiflenebilir… 

3-2’lik üstünlükten sonra oyunu savunmada kabul etmeye başlayan Galatasaray, 82.dakikaya kadar dayanabildi. Stumpf’un 180 dakikalık eşleşmede Cantona’yı elinden kaçırdığı tek an, golle sonuçlanmıştı. Maçın sonu epey zor geldi. Roy Keane’in direkten dışarı giden şutu, herkes için rahat bir nefesti.

Maçtan sonraki gazetelerde “3-3’lük Manchester zaferi” ifadesi yer alıyordu. Beraberliğe zafer atfetmek de ancak bu topraklardan çıkabilecek bir tuhaflıktı. Sabah’ta Hollmann başına bir miğfer geçirilmiş resmiyle ‘başkomutan’ olarak sunuluyor, Ferguson’ın tepesine ise bir balyoz indiriliyordu. 23 Ekim’de yine aynı gazetede çıkan bir haber ise, korku pompalama görevini fazlasıyla yerine getiriyordu. “Dikkat! Tezgâh Yapılıyor” başlıklı haberde İngiliz basınının İstanbul’da çıkması muhtemel olaylardan endişe ettiğini ve maçı bir başka şehre aldırmaya çalıştıkları iddia ediliyordu. Ancak korkulan olmayacak, rövanş 3 Kasım 1993 günü henüz o sezon ışıklandırılmış olan Ali Sami Yen Stadı’nda oynanacaktı.

Maç öncesinde gazeteler, Hollmann’ın tur şansını yüzde 60 olarak gördüğünü belirtiyorlardı. Yine Süleyman Rodop’un haberine göre ise Arif’e “ceza sahası içinde dolaş, rakibine penaltı yaptır” talimatı verilmişti. Güler misiniz, ağlar mısınız?

Manchester United’ı havaalanında “Welcome to hell” (Cehenneme hoş geldiniz) pankartlarıyla ve “No way out!” (Çıkış yok) tezahüratıyla karşılayan Galatasaraylı taraftarlar, İngiliz basınında haber konusu olmuştu. Bu eylemleri fanatizmle ve hatta terörle bağdaştıran haberler, Türkiye’de de konu olmuştu. Sabah, “İngiliz’in eline yine koz verdik!” başlığıyla yansıttğı haberlerin sonucu olarak da taraftara ‘taşkınlıktan kaçınma’ çağrısında bulunuyordu. 

Maç, gergin bir atmosferde oynandı. Galatasaray, Hakan’la iki ve Kubilay’la bir net pozisyondan yararlanamadı. Kalesini ise başarıyla savundu. Maçın son anlarında spiker İlker Yasin de heyecanını gizleyemiyor ve ekranları başındaki izleyicilere şu soruları yöneltiyordu: “Bayraklarınız hazır mı? Arabalarınız kapıda mı?”

Maçın İsviçreli hakemi Kurt Röthlisberger’in çaldığı son düdük, maçın 0-0 sona erdiğini belirtiyordu. Galatasaray, deplasman golü kuralının getirdiği avantajla rakibini saf dışı bırakmış ve Şampiyonlar Ligi’nin final etabına kalan sekiz takımdan biri olmuştu. Sabah, birinci sayfasını tamamen maça ayırdığı sayısında bu zaferi “Bir Baba Hindi İngilize Bindi” manşetiyle aktarıyordu okuyucularına. Ayrıca dönemin tarafı olduğu siyasi atmosferine de selam çakıyor ve maçı izlemeye gelen Başbakan Tansu Çiller’in ayağının uğurlu geldiğini belirtiyordu. Bir gazete hiç mi değişmez…

Maç sonunda Manchester United’lı bazı futbolcuların polisten dayak yediği iddiası da gazetelerimizde tepki gören olaylardan biriydi. Milliyet “Ahlaksızlar”, Hürriyet ise “Asıl Hayvan Sizsiniz!” manşetiyle yükleniyordu İngiliz meslektaşlarına. Aynı gazetenin spor ekinde ise yan yana gelmekten imtina eden iki merkez sağ partinin, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi’nin Galatasaray’ı tebrik ettikleri ilanlar yan yana gelmişti.

Asparagas haberciliğin zirvesi Sabah, Hollmann’ın “Mayıs 94’te finali oynar, kupayı alırız” ve alınması istenen üçüncü yabancı için de “Haessler Tugay’dan daha mı iyi?” dediğini öne sürüyordu. Aynı gazetenin 5 Kasım’daki manşeti ise kan dondurucuydu: “O… Çocukları” başlıklı haberde İngiliz ekibinin maçın tekrar edilmesi isteğiyle Uefa’ya başvuracağı iddia ediliyordu. Beş yıl önceki Xamax zaferinden sonra yaşanan korkunun tekrar yaşanma ihtimali bile böylesi bir gerginliğe sürüklemişti gazeteyi.

Başbakan Tansu Çiller, Sporu Teşvik Fonu’ndan ayrılacak 10 milyar liranın Galatasaray’a prim olarak verileceğini söyledi. Gazetelere göre futbolcular bu paranın kendilerine verilmesini isteyeceklerdi. UEFA da lige ayakbastı parası olarak 25 milyar lira vermişti Sarı-Kırmızılılara. 

Galatasaray’ın muhtemel rakiplerini inceleyen Sabah, kurada Galatasaray’la aynı gruba düşecek Barcelona’yı “Azgın boğalar!”, Spartak Moskova’yı “Kapalı Kutu” ve Monaco’yu da “Monaco bize asla dert olmayacak!” manşetleriyle okuyucularına tanıtıyordu. 7 Kasım’daki kura çekimine kulüp adına katılan Galatasaray kaptanı Erdal Keser, dönemin modasına uygun olan kırmızı ceketiyle arz-ı endam ediyordu Cenevre’de. Milliyet’in haberine göre ise Şampiyonlar Ligi’ne hazır hale getirilmesi gereken Ali Sami Yen Stadı’nı teftiş için İstanbul’a gelen UEFA heyetinin başındaki Ernie Walker’ın “son derece titiz ve katı bir insan” olması Sarı-Kırmızılıları bir hayli telaşlandırmıştı. Öyle ya, Türk insanı işinde titiz olan birine ne zaman iyi gözle bakmıştı ki?

İlk deneyim, ilk hüsranı da beraberinde getirdi. Sabah’ın Galatasaray’a dert olmayacağını iddia ettiği Monaco; evinde 3-0, İstanbul’da ise 2-0 kazandı. İlk maçta evinde Barcelona ile denk mücadele edip 0-0’lık sonucu almayı başaran takım, Camp Nou’da 3-0’lık yenilgiyi tattı. Rakibinin 9 kişi kaldığı deplasmanda Spartak Moskova’yla 0-0 berabere kalan Galatasaray, elenmesinin çoktan garantilendiği son maçta evinde Rus temsilcisine 2-1 mağlup oldu. Galatasaray’ın o yıl gruplardaki tek golünü atan Cihat Arslan, aynı zamanda takımının Avrupa kupalarındaki 100.golüne de imza atıyordu.

Yenilmeden, deneyimlenmeden zafere ulaşamazsınız. Galatasaray’ın Avrupa serüveni de uzun yıllar bazı zaferlerin ve hüsranların iç içe geçtiği bir dönem olacak, en nihayetinde ise 2000 yılında UEFA Kupası zaferine giden yolun taşlarını döşeyecekti…

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir