Türkiye’de ve Avrupa’da futbol izlencesine erişim, her geçen gün daha da büyüyen bir problem. Bu problemin köklerinde ne gibi nedenler yatıyor? Veriler bize ne anlatıyor?
Futbol dünyamızda heyecan yeniden başladı. Temmuz ayında sahneye çıkan kulüplerimiz, Avrupa kupalarındaki ön eleme mücadeleleriyle sezona ilk adımlarını attı. Bu heyecana 8 Ağustos’ta başlayan Süper Lig ve yine aynı ay başlayan diğer Avrupa ligleri eklendi. Maçları statlarda ve ekranlarının başında takip eden futbolseverler için bu sezon oldukça çetrefilli başladı. Her sezon artan yayın platformu üyelik ücretlerinin yanı sıra Avrupa liglerindeki maçların hangi platformda yayınlanacağı konusunda yaşanan çeşitlilik, futbol izleyicisini usandırdı. Statlara gitmek isteyenlerin önüne ise yüksek bilet fiyatları geçti.
Yayın gelirleri, kulüplerin gelir pastasında oldukça önemli bir yeri dolduruyor. Ancak kulüplerin yetersiz bulup yükseltmeye çalıştığı mevcut fiyatlar dahi izleyicilere büyük bir yük olarak yansıyor. Her geçen yıl artan yayın ücretlerine ek olarak, sunulan hizmetin kalitesi de tartışmalara açık. Yetersiz kamera sayısı, açısı ve görüntü kalitesi; üzerinde hiç çalışılmamış grafikler, lige özel içerik üretimi yetersizliği gibi birçok nedenden ötürü izleyici her sezona aynı şikayetlerle başlıyor. Yani ne kulüplerin gönlü hoş, ne de izleyicilerin. Keyfi yerinde olan tek taraf yayıncı kuruluş.

Ülkemizdeki ekonomik tablonun vahameti herkesin malumu. En temel insan hakları arasında yer alan barınma ve beslenme haklarının bile güçlükle ayakta durduğu Türkiye’de herhangi bir harcama, adeta bir ‘lüks tüketim’ sınıfına giriyor. Eğer Türkiye’de yaşayan bir futbolseverseniz, geçmiş olsun. Birçok farklı yayın platformuna para ödemek durumundasınız. İtalya, Almanya, Portekiz ve İspanya ligleri için S Sport’a yıllık 1800 lira; Türkiye Süper Ligi, İngiltere Ligi, Fransa Ligi için Bein Sports’a kutulu üyelikte yaklaşık 7000 lira, kutusuz internet yayını içinse yaklaşık 5.500 lira; Avrupa kupaları için kamu yayıncısı TRT’nin tabii platformuna yıllık 1200 lira, Hollanda Ligi içinse Tivibu’ya yıllık yaklaşık 1500 lira ödemek gerekiyor. Takımlarımızın sezon öncesi hazırlık maçları ve Avrupa kupaları ön eleme maçlarının dağıldığı D-Smart ile Exxen’e ödenecek ücretler de cabası.

Oysa Türkiye’de bu yükü karşılamak hiç de kolay değil. Türkiye’deki ortalama bir futbolseverin kazandığı asgari ücret 628 dolar, TÜİK verilerine göre ortalama birey geliri ise 804 dolar civarında. Futbol izleyicisinin çoğunluğunu oluşturan kesim, asgari ücret kazanan insanlar. Ülkemizde asgari ücretlilerin tüm çalışanlara oranı yaklaşık olarak yüzde 50. Türkiye’de futbol izlemek isteyen birinin katlanması gereken maliyetlere gelirsek; ortalama futbol maç bileti fiyatı 23 dolar, maçları evinden takip etmek isteyen birinin vermesi gereken aylık ücret ise 16,5 dolar seviyesinde. Kişi başına düşen geliri günlük olarak ele aldığımızda, maç izlemenin pahalı bir aktiviteye dönüştüğüne şüphe yok. Maç gününü stat atmosferinde birlikte yaşamak isteyen futbolseverler içinse durum her geçen yıl daha da zorlaşıyor. Artan bilet fiyatlarının yanı sıra ulaşım, yeme-içme ve forma gibi ek masraflar da eklendiğinde; bir maç günü taraftarın cebinden çıkan tutar ülkemizin ekonomik koşulları düşünüldüğünde adeta akıl almaz seviyelere ulaşıyor. Eskiden keyif için yapılan, insanların hafta sonunu neşelendiren bir etkinlik olan maç izleme deneyimi, artık birçok kişi için ciddi bir fedakârlık haline geldi. Peki Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde bu parametreler ne seviyede? Bir de onların evlerinden konuya bakalım.
Avrupa futbolunun ekonomisi Türkiye’ye göre fersah fersah başarılı yönetilen bir yapı. Bu yapı sayesinde en üst seviyede yer alan kulüplerin kolay kolay mali darboğaza girmediğini görüyoruz. Barcelona gibi bazı örnekler ise ulaşılması zor türden başarılar(!). Liglerini doğru yönetilen markalar haline getiren güçlü futbol ekolleri, sağlanan mali rahatlığı büyük ölçüde taraftarına da yansıtıyor. Avrupa’daki stat doluluk oranlarına baktığımızda bu önermenin doğruluğu da anlaşılıyor. Büyük Avrupa liglerindeki manzarayı da kısaca özetleyelim:
Almanya: 50+1 kuralı sayesinde kulüp yönetimlerinde taraftarların söz hakkı muhafaza ediliyor ve kulüplerin salt çıkar odaklı şirketlere dönüşmesine engel olunuyor. Örneğin; maç bileti fiyatlarının görece daha uygun bir seviyede tutulması, bu kuralın getirilerinden biri olarak sayılabilir. Almanya’da ortalama gelir düzeyine sahip bir futbolseverin yerel ligini izlemek için ödemesi gereken en düşük abonelik ücreti 23,5 dolar, maçları yerinde izlemek için ödemesi gereken ortalama bilet fiyatı ise 34 dolar.
İngiltere: Futbolun Hollywood’u diyebileceğimiz Premier Lig, sadece yerel olarak değil küresel anlamda da çok büyük bir pazar oluşturmuş durumda. Kulüplerin yayın haklarından kazandıkları paralar rekor seviyelere çıktı fakat bu durum hem bilet fiyatlarında hem de yayın platformlarının abonelik fiyatlarında ciddi bir artışa sebep oldu. İngiltere’de ortalama gelir düzeyine sahip bir futbolseverin yerel ligini izlemek için ödemesi gereken en düşük abonelik ücreti 29,6 dolar iken, maçları yerinde izlemek için ödemesi gereken ortalama bilet fiyatı ise 168 dolar.
Fransa: PSG’nin Arap sermayesi tarafından satın alınmasından sonra Ligue 1’in küresel ölçekteki tanınırlığı arttıysa da ligdeki rekabet ortamının günden güne kaybolması, ligin izlenirliğini azalttı. Fransa’da ortalama gelir düzeyine sahip bir futbolseverin yerel ligini izlemek için ödemesi gereken en düşük abonelik ücreti 22 dolar, maçları yerinde izlemek için ödemesi gereken ortalama bilet fiyatı ise 40 dolar.
İtalya: 2006’da patlak veren Calciopoli skandalından sonra Serie A kulüpleri hem maddi açıdan hem de prestij açısından düşüşe geçtiler. Büyük yıldızların Çizme’yi yavaş yavaş terk etmesiyle ve yeni yıldızların da İtalya’yı tercih etmemesiyle birlikte lig eski cazibesini yitirdi. Kulüplerin yabancı yatırımcılara geçmesiyle farklı bir döneme giren Serie A, yayın haklarını da yeni bir platform olan DAZN‘a devretti. Bu gelişme sonrasında seyirciler aboneliklere daha yüksek ücretler ödemeye başladı. İtalya’da ortalama gelir düzeyine sahip bir futbolseverin yerel ligini izlemek için ödemesi gereken en düşük abonelik ücreti 41 dolar, maçları yerinde izlemek için ödemesi gereken ortalama bilet fiyatı ise 123 dolar.
İspanya: Real Madrid ve Barcelona gibi iki dünya devine sahip olan La Liga, bu iki kulübün marka gücüyle küresel anlamda ciddi finansal getiriler sağladı. Ancak bu iki kulübün yarattığı ekonomi, yerel izleyicinin maç izleme ücretlerinde de artışa sebep oldu. Özellikle turistlerin doldurduğu statların fiyat politikalarında bariz bir enflasyon görülmekte. İspanya’da ortalama gelir düzeyine sahip bir futbolseverin yerel ligini izlemek için ödemesi gereken en düşük abonelik ücreti 23,5 dolar, maçları yerinde izlemek için ödemesi gereken ortalama bilet fiyatı ise 146 dolar.
Portekiz: İber yarımadasının diğer büyük ülkesi olan Portekiz, yukarıdaki ülkelerden farklı olarak ‘yetenek fabrikası’ olarak bilinir. Ülke, futbol endüstrisini yayın gelirlerinden çok oyuncu satışlarıyla oluşturuyor. Portekiz’de ortalama gelir düzeyine sahip bir futbolseverin yerel ligini izlemek için ödemesi gereken en düşük abonelik ücreti 23,5 dolar, maçları yerinde izlemek için ödemesi gereken ortalama bilet fiyatı ise 30 dolar.

Ekonomik veriler incelendiğinde, Türkiye ile diğer Avrupa ülkeleri arasındaki genel pahalılık oranlarında belirgin bir fark olmasa da asgari ücret alan kesimin diğer ücret gruplarına oranı bakımından Türkiye oldukça farklı bir tablo ortaya koymaktadır. Bu oran Almanya’da yüzde 5, İngiltere’de yüzde 7, İtalya’da yüzde 7, İspanya’da yüzde 10, Fransa’da yüzde 17 ve Portekiz’de yüzde 20 iken Türkiye’de yüzde 50. Futbol izleme maliyetinin ülkemizde yüksek görülmesinin temel nedeni de bu. Türkiye’deki ekonomik parametreleri Avrupa’nın önde gelen futbol ekonomileriyle karşılaştırdığımızda, futbolun artık global ölçekte bir ‘lüks tüketim ürünü’ olarak sunulduğunu görüyoruz.
Yukarıda Türkiye ile kıyasladığımız Avrupa ülkeleri, hem nüfus hem de sosyo-ekonomik yapıları açısından Türkiye’den oldukça farklı. Bu nedenle, bize daha yakın ve benzer bir örnek olarak komşumuz Azerbaycan’daki yayıncılık sistemine bakmamız da iyi olacak. Azerbaycan’da maç yayınları, Türkiye’deki TRT’nin karşılığı olan kamu yayıncısı AZ TV tarafından gerçekleştirilmekte. Tıpkı Türkiye’deki gibi, Azerbaycan’da da farklı spor kanalları bulunmakta.
Bunlardan biri, 2009 yılında kurulmuş olan İdman TV. Bu kanal, dünyanın prestijli spor organizasyonlarını ekrana tamamen ücretsiz olarak getiren bir spor kanalı. Türkiye’de birçok organizasyonu izlemek için birçok farklı platforma para öderken, Azerbaycan’daki izleyiciler İdman TV sayesinde Avrupa liglerine ücretsiz erişim sağlayabiliyor. Bir Premier League maçını Idman TV üzerinden izlediğinizde, yayının kalitesi ve yayına erişim kolaylığının Türkiye’de benzer bir maçı izlemek için ödemeniz gereken yüksek ücretlerin yanında oldukça avantajlı olduğunu göreceksiniz. Bu durum sadece izleyici deneyimi açısından değil; aynı zamanda ekonomik eşitsizlikler, halkın spora erişimi ve ülkede bir spor kültürü yaratma açısından da önemli bir fark oluşturuyor.
Özetle, asgari ücretle geçinen veya buna yakın gelir düzeyine sahip aileler için maç izleme deneyimi giderek zorlaşmakta. Son yıllarda artan korsan yayıncılığın sebeplerinden biri, dar gelirli vatandaşların futbolu ekonomik zorluklar nedeniyle erişilemez bulması. Üstelik ödedikleri paraya kıyasla aldıkları hizmetin kalitesi, spor deneyiminden tam anlamıyla tatmin olmalarını engelliyor. Futbol, doğal futbolseverlerden ziyade ekonomik gücü yüksek kesimlere hitap eder hâle gelmekte. Bu durum da taraftarların ‘müşteri’ olarak görülmesi ile maddi desteğin manevi desteğin önüne geçmesine, futbolun kendine has tutkusunu kaybetmesine yol açıyor.

Bir yanıt yazın