Bir futbol maçının çok daha ötesini simgeleyen Derby della Capitale, Lazio ve Roma’yı karşı karşıya getirirken kadim bir şehrin tarihi, kültürü ve ideolojisinden izler taşıyor.”
Geçtiğimiz pazar ne yaptınız? Sizi bilmem fakat ben, güneşli bir günde yapılabilecek birçok şeye sırtımı dönerek kendime bir İtalyan derbisi ısmarladım.
Televizyon kumandasının tuşuna bastığımda açık penceremden bana göz kırparak aklımı çelmeye çalışan güneş, kilometrelerce ötede Lazio ile Roma’nın ezeli rekabetine hazırlıyordu Stadio Olimpico’nun çimlerini. Renkler ekranda patlıyor, tezahüratlar odama doluyordu.

Tarihi stadyumun kuzey tarafını Curva Nord’un koreografisi esir almıştı. Lazio formalı bir çocuk, dev kartal figürünün ortasında; “Tifa La Tradizione” (Gelenekselliği destekle) yazısının üzerinde belirmişti. Çocuğun tam karşısında ise kendi evinde deplasman taraftarı konumunda olan Romalıların koreografisi vardı. Dev puntolarla yazılmıştı “Lupus Dentibus Petit” (Kurt dişleriyle saldırıyor) mesajı, hemen bitişiğindeki bir kurt figürünün yanına.
Maç saati geldiğinde Olimpico’ya çıkanlar yalnızca futbolcular değil, bir kültürün taşıyıcılarıydı. Tribünlerde taraftarların ötesinde kimlikler, ideolojiler ve sınıflar vardı. Lazio Roma’yı ağırlıyordu ve futbol, bütün bu gösterinin en küçük parçasıydı.
Aynı Evde Yaşayan Düşman Kardeşler

Derbiler, şehirlerin kalbindeki çatlaklardır. Dışarıdan bakıldığında aynı dili konuşan, aynı sokakları paylaşan insanların aslında ne kadar kırılgan ve farklı olduklarını gösterir. Herhangi bir derbi gününde bir şehir; bütünlükte değil farklılıkta, benzerlikte değil karşıtlıkta can bulur.
Lazio – Roma derbisi ise bunun da ötesinde sonu gelmez bir mücadeledir. Derby della Capitale, yalnızca bir şehrin değil belki de tüm dünyanın çatışmalarının küçük bir simülasyonudur. Çünkü bu iki takımın karşı karşıya gelişi, aynı zamanda halk ile seçkinin, sol ile sağın, idealizmle statükonun mücadelesidir.
Lazio, 1900’de kurulduğu Prati Mahallesi’nin izlerini bugün bile üzerinde taşır. Roma şehrinin üst sınıfının yaşadığı ve burjuva kültürünün hüküm sürdüğü sokaklar, kulübün genlerine karışır. Öte yandan 1927’de Mussolini’nin emriyle üç kulübü tek çatı altında toplayan Roma ise işçi sınıfının diyarıdır. Testaccio’da emeklerini satarak hayata tutunmaya çalışan işçiler, kırmızı – sarı renklerde kendilerini bulur.
Bu iki zıt kutbun nihai buluşması ise 1953’e dayanır. Yıllar önce Mussolini’nin tek çatı altında toplayamadığı Lazio ve Roma, bu tarihte Olimpico’da bir daha ayrılmamak üzere bir araya gelir. Aynı evde yaşamaya zorlanan düşman kardeşlerden Lazio, stadyumun kuzey ucuna (Curva Nord) yerleşirken Roma ise kendisine güney ucunda (Curva Sud) yer bulur.
Söz konusu Stadio Olimpico, her sezon hem Roma’nın hem Lazio’nun evidir. Ancak ev dediğime bakmayın. Burası tıpkı geçtiğimiz pazar olduğu gibi adeta bir savaş meydanıdır.
İki Kutup

Curva Nord, kendilerine Irriducibili Lazio diyen ve aşırı sağcı eğilimlerini gizleme zahmetine girmeyen taraftar grubu tarafından 1987’de esir alındığında, Lazio taraftarı Vincenzo Paparelli’nin Olimpico’da yüzüne isabet eden bir fişekle hayatını kaybetmesinin üzerinden 8 yıl geçmişti. Yani şiddet Derby della Capitale’nin yabancı olduğu bir kavram değildi. Bu sebeple Irriducibili Lazio, kendisine yer bulmakta hiç de zorlanmadı.
Bu grup, ne olduğunu asla saklamadı. En uç fikirlerini bile açıkça ortaya döktü. 1998/99 sezonundaki bir derbi öncesinde açtıkları pankartta, “Auschwitz sizin kasabanız, fırınlar sizin evleriniz” yazıyordu. Yıllar sonra Anne Frank’i Roma formasıyla tasvir eden pankart bile bunun yanında hafif kalıyordu. Irriducibili Lazio 2020’de dağıldığında, şehir de kara bir lekeden kurtulmuştu.
Lazio’nun bu kadar sağda kalması, Roma’yı ister istemez solda konumlandırdı. 1927’de faşist rejimin ‘tek büyük kulüp’ yaratma projesinin bir ürünü olan Roma, buna karşın kısa sürede işçi sınıfının temsilcisi haline gelerek halkla bütünleşti. Öyle ki işçiler, Roma’yı kendi kimliklerinin temsilcisi olarak benimsedi. Testaccio’nun emekçileri, öğrencileri, öğretmenleri ve göçmenleri; kırmızı-sarı renklere bürünerek kendilerini Romalı hissettiler.
Bu sebepledir ki Curva Sud özellikle 1980’ler ve 1990’larda birçok farklı fraksiyonun sloganlarına sözcülük yaptı. Kimi zaman anarşistlerin pankartları, kimi zaman anti-kapitalist grupların tezahüratları… Sistemin karşısında ne varsa Curva Sud oradaydı. Bir başka ifadeyle; Lazio neyi savunuyorsa güney tribününde buna karşı gelen bir Romalı mutlaka çıkardı.
Curva Sud; dışlanmışlığın, eşitsizliğin ve görmezden gelinmişliğin isyanını dile getirip küçük kurda saldırmasını söylerken (bkz. Lupus Dentibus Petit), Curva Nord ise gelenekselin desteklenmesi gerektiğine inanarak (bkz. Tifa La Tradizione) bu çağrıyı yapıyordu. Bu sebeptendir ki Lazio – Roma rekabetinin ruhu, günümüzün kutuplaşmış dünyasında farklı coğrafyalarda her gün tekrar yaşanır.
Bugün İtalya’da, Curva Nord tribünlerinin mesajları; Başbakan Giorgia Meloni’nin ‘Tanrı, aile, vatan’ üçlemesine selam göndererek Olimpico’nun kuzeyinden Palazzo Chigi’ye (Bakanlar Kurulu’nun merkezi) kadar uzanır. Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini’nin her fırsatta dile getirdiği ‘düzen’ çağrısı ise devletin ruhunun Lazio’nun iliklerine işlediğini gösterir. Oysa güney tribününde başka bir hikâye yankılanmaktadır. Roma’nın sesi, yalnızca bir taraftar grubunun değil; güvencesi olmayan gençliğin, gelecek kaygısına boğulmuş öğrencilerin, kirasını ödeyemeyenlerin ve hatta en temel ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun olanların sesidir.
Farklılıklar – Benzerlikler

Pazar saat 15.30 civarında hakemin son düdüğü duyuldu odamda ve bir Derby della Capitale daha sona erdi.
Roma, bu sezon tüm maçlarında olduğu gibi yine 1-0’lık sonuçla, bu kez kazanan olarak ayrıldı sahadan. Oynanan futbol çok heyecanlı olmasa da sahadaki mücadele tatmin ediciydi. Dakika 83’e kadar kart çıkmaması derbinin şanına yakışmasa da Reda Belahyane ve Matteo Guendouzi, son bölümde gördükleri kırmızı kartlarla durumu kurtardı.
Fakat tüm bunların ötesinde benim aklımda kalan, Maurizio Sarri’nin tişörtlü salaşlığıyla Gian Piero Gasperini’nin takım elbiseli ciddiyetinin yarattığı tezat oldu. İronik biçimde, düzeni temsil eden salaş olandı; isyanı temsil eden ise tertipli görünendi. Bu, benim için derbinin asıl ironisiydi.
Belki de bu yüzden televizyonun başından kalktığımda zihnimde yankılanan tek düşünce şuydu: Neyi temsil ediyor olursa olsun her farklılık, içinde biraz da olsa kendine benzeyeni saklıyordu.

Bir yanıt yazın