Graham Taylor İngiltere’nin başına geçtiğinde, tırnaklarıyla kazıyarak yarattığı teknik direktörlük kariyerinde zirveye ulaştığını hissediyordu. Oysa milli takımın başında yaşayacakları zirveye ulaşmanın ferahlığını değil, uçuruma yuvarlanmanın acısını getirecekti…
Graham Taylor, pek de üst düzey olmayan futbolculuk kariyerini, henüz 27 yaşındayken kalça kemiğinden sakatlanması üzerine sonlandırmak zorunda kalmıştı. Futbolculuk sonrasındaki yeni hikayesine başlamak için de fazla beklememişti. Aynı yaşta federasyondan lisans alan en genç antrenör olmuş, 28’inde ise dördüncü ligin en genç teknik direktörü olarak Lincoln City’nin başına geçmişti.
Beş yıl kaldığı takımı üçüncü lige yükselten Taylor’ın yolu 1977 yılında Watford’ı bir yıl önce satın alan ünlü sanatçı Elton John ile kesişti. Dördüncü ligde yer alan Watford’a yeni bir teknik direktör bulmak isteyen John, İngiltere’nin ünlü teknik direktörlerinden Don Revie’den aldığı tavsiye sonrası Taylor’a gitti. Taylor, birinci ligde yer alan West Bromwich Albion’ın teklifini reddederek Elton John’a “evet” dedi. John-Taylor birlikteliği, İngiltere futbol tarihine geçecek bir hikâyeye ve yıllar boyu sürecek kadim bir dostluğa dönüşecekti.
Taylor, Watford’a beş yıl içinde dört lig atlattı. Dördüncü ligden aldığı takım artık İngiltere’nin en üst ligindeydi. Birinci ligdeki ilk sezonunda ikinci olan Watford, 1984’te de FA Cup finali oynadı. 1987’ye kadar süren bu birliktelikten sonra henüz yeni ikinci lige düşmüş olan Aston Villa’ya imza atan Taylor, üç sezon süren Villa Park mesaisinde önce birinci lige geri döndü, ikinci sezonunda takımı son maçta kümede tuttu ve son sezonunda lig ikincisi yaptı. Taylor’ın kariyerindeki bu başarılar, ona Bobby Robson’ın halefi olma şansını getirdi. Artık ‘üç aslan’ın başındaydı.

1990 Dünya Kupası’nı dördüncü bitiren İngiltere’yi bu başarıya rağmen belirsiz bir gelecek bekliyordu. Robson’ın takımı misyonunu büyük ölçüde tamamlamıştı, artık yeni bir kadroya ihtiyaç vardı. Genç ve yeni yüzler milli takıma kazandırılmalıydı. İlk hedef, İsveç’te düzenlenecek 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası’ydı. İki puanlı sistemde üç galibiyet ve üç beraberlikle alınan 9 puan, İngiltere’yi grup lideri olarak finallere götürdü. Ancak bu tablo pek de umut verici değildi. Altı maçta atılan yedi gole karşılık üç gol yenmişti. Sahada kısır bir futbol vardı. Taylor’ı yerelde başarılı kılan eski usul İngiliz futbolu artık uluslararası sahada etkisini yitiriyordu. Ayrıca milli takımı bırakmış bazı yıldızların yerlerinin doldurulamaması ve John Barnes ile Paul Gascoigne gibi önemli oyuncuların sakatlıkları nedeniyle şampiyonayı kaçıracak olması, endişe verici bir durumdu. İngiltere, finallerde Fransa, İsveç ve Danimarka’dan oluşan grubu galibiyet alamadan ve tek gol atarak son sırada tamamladı. Özellikle gruptan çıkma maçı olan İsveç maçında gole ihtiyaç duyulan dakikalarda Gary Lineker’i oyundan alması, kadro seçiminde Carlton Palmer gibi sorgulanan tercihler yapması, Peter Beardsley ve Chris Waddle gibi iki önemli futbolcuyu kadroya almaması ve oynanan kötü futbol, Taylor’ın yoğun eleştiri almasına neden oldu. The Sun’ın Taylor’a taktığı ve argoda aptal, gerizekalı anlamlarına da gelen ‘turnip’ (turp) lakabı, bu eleştirilerden en acımasızıydı.
Ancak Taylor görevinden alınmadı. Hedef, 1994 Dünya Kupası’nda İngiltere’yi zirveye taşımaktı. Eleme yolculuğu öncesi yapımcı Neil Duncanson, Taylor’a ilginç bir teklifle gitti. İngiltere Milli Takımı’nın eleme mücadeleleri bir belgesel haline getirilmek isteniyordu. Duncanson’ın ekip arkadaşları bu teklifin derhal reddedileceğini düşünürken Taylor’dan beklenmedik bir yanıt geldi. Taylor; basından yoğun tepkiler aldığı Euro 92 sonrası bu tarzda, İngiltere menajerliğinin zorluklarını birinci elden yansıttığı bir belgeselin durumunu anlaşılır kılacağını ve eleştirilere bir çözüm olacağını düşünmüştü. Ancak İngiltere öyle bir eleme süreci geçirecekti ki; An Impossible Job (İmkansız Görev) belgeseli sadece İngiltere’nin değil, dünya futbol tarihinin en ilginç belgesellerinden biri olacaktı.
İngiltere, 1994 Dünya Kupası Elemeleri’ne başlamadan önce Taylor basınla arasını bir nebze düzeltmiş gibiydi. Ancak Euro 92 sonrası oynanan ilk milli maçta İspanya’ya 1-0 kaybedilmesi, Taylor’ın yine The Sun tarafından bu kez ‘Spanish onion’ (İspanyol soğanı) olarak nitelendirilmesine yol açtı. Elemelerin ilk maçında Norveç’e puan kaptıran İngiltere, sonrasında Türkiye’ye karşı oynanan iki maçtan ve San Marino karşılaşmasından ikişer puanla ayrılmayı başardı. Wembley’de Hollanda ile 2-2 berabere kalınması ise takımın durumunu kritik bir pozisyona soktu. Mayıs 1993’te oynanacak Polonya ve Norveç deplasmanlarından hasarsız çıkmak, hayati derecede önem kazanmıştı. Polonya maçı öncesi takımına “hızlı kontrataklara yakalanmanızı istemiyorum” diyen Taylor, Chorzow’daki 90 dakika boyunca Polonya kontrataklarını izlemek durumunda kaldı. Taylor ve ekibinin kulübedeki çaresiz halleri ise belgeselin unutulmaz sahnelerinden bazılarını oluşturdu. Özellikle yedikleri gol öncesi aksak bir dilbilgisiyle kurduğu ve “Bunu beğenmedim” şeklinde çevirebileceğimiz “Do I not like that” cümlesi, aradan geçen otuzu aşkın yıla rağmen İngiltere futbol kültüründe önemli bir yer tutuyor.
Chorzow’da beraberliği son anlarda kurtaran İngiltere, Norveç deplasmanından mutlak iki puanla ayrılmalıydı. Maç önü “takımda değişiklikler yapacağım, sahada daha farklı bir takım olacak” diyen Taylor için yine saha kenarında çile çekme ve oyuncularına bağırıp durma vaktiydi. Takımı sahaya hiç alışık olunmayan 3-4-1-2 düzeniyle ve bu düzene hiç uymayan Pallister, Adams ve Walker’dan oluşan ağır bir savunma üçlüsüyle çıkaran Taylor, maç boyu yaptığı hiçbir hamleden sonuç alamadı. Taylor’ın Les Ferdinand’a bağırdığı ve Nigel Clough’ın oyuna girmeden önce hocasının uyarılarını bir türlü anlayamadığı sahneler, belgesele atılmış diğer ilginç imzalardı. Norveç’e 2-0 yenilen İngiltere’nin umutları iyiden iyiye azalmıştı. Basın da, kamuoyu da Taylor’ın kellesini istiyordu.

1993 yazında ABD’de düzenlenen US Cup turnuvasını da galibiyet alamadan, üstelik ABD’ye yenilerek kapatan İngiltere için tehlike çanları baş döndürücü bir hızda çalıyordu artık. Ancak eylül ayında Wembley’de alınan Polonya galibiyeti, Ekim’de oynanacak Hollanda maçını final maçı haline getirmişti. Maçın ilk yarısını Hollanda baskısı altında geçiren İngiltere, buna rağmen bazı gol fırsatları yakalamayı başarmıştı. İkinci yarıda da kontrataklarla sonuca gitmeye çalışan İngiltere’nin beklediği fırsat, maçın 57.dakikasında geldi. Bir uzun top, Hollanda defansının arkasına sarkan David Platt’i kendisini savunmaya çalışan Koeman’la ve kaleciyle baş başa bırakmıştı. Koeman, Platt’i ceza alanına girmeden hemen önce düşürdü. Taylor ve İngiltere kulübesi ayaklandı. Koeman son oyuncuydu, bu nedenle şüphesiz bir kırmızı kart bekliyorlardı. Ancak maçın hakemi Karl-Josef Assenmacher’in cebinden çıkan sarı kart, Taylor’ın tabutuna çakılan son birkaç çividen biriydi. Zira bu pozisyonda oyundan atılmayan Koeman, birkaç dakika sonra kazandıkları serbest vuruşu İngiltere kalecisi Seaman’ın da büyük hatasıyla gole çevirecekti. Taylor’ın maç boyu yardımcı hakeme ve dördüncü hakem Markus Merk’e dert yanması boşunaydı. Bergkamp’ın attığı ikinci gol, İngiltere’nin finallere gitme hakkını neredeyse sıfıra indirecekti. Aradan geçen uzun yıllardan sonra, 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın yarı finalinde İngiltere Koeman’ın çalıştırdığı Hollanda’yı elediğinde BBC’nin maç sonu hazırladığı video, Taylor’a da bir selam gönderecekti.
İngiltere’nin son maçlar öncesi gruptan çıkması için bazı ihtimaller zincirinin gerçekleşmesi gerekiyordu. Hollanda Polonya’ya kaybetmeli, İngiltere de San Marino’yu en az yedi farkla mağlup etmeliydi. San Marino deplasmanının henüz sekizinci saniyesinde Stuart Pearce’ın hatalı pası, İngiltere’yi 1-0 yenik duruma düşürdü. Taylor’ın uzun süredir uzatmaları oynadığı görevi artık fiilen sona ermişti. Beraberlik için dahi 20 dakika uğraşan takım, skoru ancak 7-1’e getirebilmişti. Ama bunun bir önemi yoktu zira Hollanda Polonya’yı mağlup etmeyi başarmış ve lider Norveç’in ardından ikinci olarak Dünya Kupası’na gitmeye hak kazanmıştı. Taylor maçtan altı gün sonra görevinden istifa ettiğini açıkladı. The Sun, istifa haberini Taylor’ın beyni yerine bir turp yerleştirilmiş fotoğrafıyla duyurdu.
Taylor’ın medyaya ve insanlara kendini anlatmak için “evet” dediği belgesel yolculuğu, adeta belgeselden yıllar sonra çekilecek The Office dizisini andıran bir komediye dönüşmüştü. O kadar ki bu belgeselden yola çıkan, İngiliz aktör Ricky Tomlinson’ın başrolünde olduğu Mike Bassett: England Manager isimli bir film ve Mike Bassett: Manager isimli bir devam dizisi çekildi. Taylor’ın medya baskısı ve başarısızlık nedeniyle yaşadığı üzüntü ise ölümüne kadar sürecekti. Ancak Taylor İngiliz futbolunun son centilmenlerinden biriydi. Kendisiyle alay edebiliyordu. Halefi Terry Venables’ın görevi devralmasından sonra çekilen bir ‘Yellow Pages’ (Türkiye’de bilinen haliyle Altın Rehber) reklamında selefi Bobby Robson’la beraber Venables’ı kutlayış şekilleri, kuşkusuz başarılı bir mizah örneğiydi.
İngiltere, aradan geçen yıllarda halen bir kupa kazanabilmiş değil. Taylor, kısa süren Wolves ve Aston Villa maceralarının arasında Elton John’la mucizeler yarattığı Watford’ta yeniden buluştu ve takımı önce Championship’e, sonra da Premier Lig’e taşıdı. Bu defa en üst sahnede kalıcı olamadıysa da başarı hanesine bir yenisini eklemeyi başarmıştı. 2003’te antrenörlüğü bıraktıktan sonra önce yorumculuk, sonra da Watford başkanlığı yaptı. Adı, Watford’ın stadı Vicarage Road’un bir tribününe verildi. Emeklilik döneminde England Expects (İngiltere Bekliyor) isimli, milli takımın başarısızlıklarının nedeninin sorgulandığı bir belgeselin sunucusu ve başrolü oldu. 2017’de hayatını kaybetmesinden kısa bir önce BBC’ye verdiği bir röportajda söyledikleri ise, üzerindeki yükün asla hafiflemediğinin bir göstergesiydi: Canım yanıyor. Ve diğer insanlar hakkında beni gerçekten sinirlendiren şey şu: Bu durumun sizi ne kadar incittiğinin farkında değiller. Umursamadığınızı düşünüyorlar. Ve incindiğinizi bilen insanlar, sizi daha da fazla incitmek için bıçak saplıyorlar. Bu bana çok zor geliyor. Bu kadar açık ve dürüst olarak da büyük bir risk aldığımı biliyorum. Çünkü insanlar benim küskün olduğumu söylüyor. Ben küskün değilim. Sadece kendime ve olanlara dair hayal kırıklığına uğradım. Küskünlük önemli değil. Ama önemli olan şu, başarılı olmayı çok istedim. Dünya Kupası’nı kazanmamızı istedim. Belki de bunu düşünmek aptallıktı. Elemeleri geçemememizi istemedim. Ama elemeleri geçemedik ve ben bununla yaşıyorum.

Bir yanıt yazın