Algıları yıkmanın yolu, anlamaktan geçer. Kadın futbolu artık bir ‘alternatif’ olmaktan çıkıyor, oyunun ayrılmaz bir parçası haline geliyor. Peki ona nasıl ayak uydururuz, onu neden ve nasıl anlarız?
İki hafta önce Fransa’da futbol dünyasının en iyileri ödüllendiriliyordu. Futbolun Oscarları sayılan Ballon d’Or’da, birbirinden yaratıcı isimlerle adlandırılmış ödüller ve nihai ‘altın top’un sahipleri açıklanırken; normalde formaları, şortları ya da eşofman takımlarıyla ter içinde görmeye alıştığımız atletler, bu kez mümkün olan en şık halleriyle kasıla kasıla Theatre du Chatelet’deydi. Birçok futbolsever de bu gösterişli geceyi ekran başında takip etti.
Sanatın ve sporun dahil olduğu her ödül törenini olayı büyütmeden, sadece eğlencesine bakarak keyifle izleyen biri olarak; kadın futbolunun bu tip gecelerde gitgide daha fazla ön plana çıkmasından çok memnunum. Daha da ötesi, mutluyum. Çünkü bu alanın emekçileri, kimilerinin doğuştan sahip olduğu ayrıcalıkları kendi alın teriyle sonradan kazanıyor. Bu sebeple bunlar mutlu olmaya değer yenilikler.
Fakat oyunun bu perspektifinden uzak duran futbolseverlerin, gecenin bir yerinde mutlaka ekrandaki kadın futbolcu ya da teknik direktöre “Ne uzattın be abla, artık bitir de Buffon abiyi dinleyelim.” deme noktasına geldiğinin de pek tabii farkındayım. İşte çözülmesi gereken problemler tam burada başlıyor. Çünkü futbolu hayatının merkezine almış bazı insanların bu meseleyi çözmekten başka seçeneği yok. Kadın futbolu bir anda ortadan yok olmayacağına, hatta giderek daha da görünür hâle geleceğine göre; şikâyet etmek yerine farklı perspektifler edinip zamana ve gidişata ayak uydurmak en mantıklı seçenek. Öyle ki kadın futbolunu takip etmek, yeni rüyaların kapısını bile açabilir. Belki de oğullar Barcelona formasını hiç giyemez ama kızlar La Masia kapılarını zorlayabilir.
Parmak şıklatır gibi bir anda herkesi kadın futboluna alıştırmak mümkün değil elbette. Bunun yolları var. Medya bu noktada çok önemli bir araç. Birinin babaannesi, mantıklı yayın politikası ve tutkulu spikerlerin varlığı sayesinde snooker sporunu öğrenip sevebiliyorsa; bahsettiğim aracın önemi de buradan anlaşılabilir. Çünkü biz, bize söyleneni ve gösterileni tanıyabiliyoruz. Uzaktan baktığımızda, sadece kulaktan kulağa oyununu oynuyormuşuz gibi bozuk ve çoğu kez olumsuz sonuçlara varıyoruz.

Örneğin, “kadın futbolunda kaleciler meziyetsiz” algısı, zihinlere uzaklardan yerleşmiş bir önyargının sonucu. Bu algı öyle güçlü ki, eşitlikçi olmaya çalışan ödül törenlerinde bile ‘En İyi Kadın Kaleci’ ödülü daha yeni yeni verilmeye başlandı. Ballon d’Or’da da ilk kez bu yıl verildi. Hatta öncesinde sahneye, futbolun en sevilen kalecilerinden Gianluigi Buffon çıkarılmış ve tüm iyi niyetiyle kadınlara da ödül verileceğini açıklama görevi yine ona verilmişti.
Gerçek şu ki; kadın kalecilerin özde bir farkı yok. Kadın futbolu nasıl gelişiyorsa, file bekçileri de o kadar gelişiyor. Bu yaz Avrupa Şampiyonası’nda Alman 1 numara Katrina Berger’i izleyen ve hikâyesini öğrenen şanslı futbolseverler, bu algıyı zaten yıktı bile. Çünkü bahsettiğim gibi, izleterek ve izleyerek gelişiyoruz.
Bir başka algıya gelelim: Kadın futbolunun ‘takip edilemez’ olduğu söylenir. Hatta çok yakın geçmişten örnek vereyim. Bu yazının arka planını oluşturan 2025 Ballon d’Or ödüllerinin anlatımında bile spikerlerden bu sözleri duyduk. Yayın olmadığı için gazetecilerin kadın futbolcuları tanıyamadığı ve oy kullanmakta zorlandıkları söylendi. Oysa o törende yer alan her bir kadın futbolcunun maçları, bir önceki sene ücretsiz ve global yayıncılar sayesinde bize ulaşmıştı. Yazın en büyük futbol organizasyonu olan Kadınlar Avrupa Şampiyonası da bizzat kamu yayıncısı TRT’den yayınlanmıştı. Türkiye’den rahatça izleyebildiğimiz bu 90 dakikaları, Avrupa’nın dört bir yanındaki gazeteciler de elbette takip edebilirdi. Kimisi bunu yaptı, kimisi de uzaklardan gelen algıya bir kez daha boyun eğdi.
Kadın futbolunda farklı dinamikler olduğu doğru. Erkek futboluyla birebir aynı değil, olması da kolay görünmüyor. Ama burada bahsettiğim şey, oynanan oyunun ‘kalitesi’ veya verdiği keyifle ilgili değil. Hep anlatmaya çalıştığımız gibi; kadınlar doğduklarında önlerine minik plastik toplar konan, sokağın ortasında özgürce futbol oynayan çocuklar olmadı. Çoğu zaman bahçelerde ya da sokaklarda iki taş arasına kale kurup toz toprak içinde sert mi sert toplarla oynama imkânları yoktu. Okullarda, beden eğitimi derslerinde şanslılarsa spor salonları vardı belki. Ancak orada da bir köşede voleybol oynuyorlar ya da sohbet ediyorlardı çoğunlukla. Sahanın büyük bölümü ise erkek çocukların futbol maçlarına ayrılıyordu. Aralarına giren kızlara ‘erkek fatma’ deniyor; girmeyenler de okul turnuvalarında sınıf arkadaşlarına tezahürat yapmakla görevlendiriliyordu.
Bu durum yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde böyleydi. Her şeye rağmen futbolcu olma yolunu kendine açabilen kadınlar, bitmek bilmeyen algılar ve imkânsızlıklarla yüzleşmek zorunda kaldı. Meslektaşlarının milyonlar kazandığı işi yaparken onlar para kazanabilmek için bir ikinci işe ihtiyacı olacaklarının bilinciyle; bu özveriyle vurdular toplara.

Ballon d’Or töreninde izlediğimiz sarı saçlı, gözlüklü Hollandalı teknik direktör Sarina Wiegman, hoca olmadan önce futbolcuydu. Çocukluğunu kendini oraya ait hissedebilmek ve sahadaki erkek arkadaşlarına benzemek amacıyla kısa saçlı geçirdi.
En İyi Kaleci ödülünü takdim eden İngiltere’nin eski file bekçisi Mary Earps; mesleğini en üst seviyede yaparken para kazanamadığı, yetersiz hissettiği, ağır bir depresyon geçirdiği ve evinin mutfağında öylece uzandığı günler yaşadığını anlatmıştı 2023’te İngiltere’de “Yılın Sporcusu” seçildiğinde. Ballon d’Or’da ‘en iyi kadın kaleci’ olarak seçilen Hannah Hampton ise konuşmasında, kısa süre önce hayatını kaybeden Liverpool ve Chelsea kadın takımlarının eski teknik direktörü Matt Beard’dan bahsetti. 47 yaşında aramızdan ayrılan sevilen teknik adam, kısa hayatı boyunca ailesini geçindirmeye bile yetmeyen birkaç yüz sterlin karşılığında, seyircisiz maçlarda İngiltere kadın futbolunu geliştirmek için çalışmıştı. İngiltere’de kazanılan birçok kupanın temelinde onun cefası vardı belki de. Ama törende Hampton anlatırken oradaki kaç kişi bunları biliyordu, siz düşünün.
Bu yıl peş peşe üçüncü Ballon d’Or’unu kazanan Aitana Bonmati ise La Masia’da yetişen şanslı çocuklardan biri olmasına rağmen, 23 yaşına kadar dünyanın en iyisi olabileceğini düşünse de Camp Nou’da maç yapabileceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. Görülemeyen şeyler düşlenemiyor çünkü.
Algıları bir kenara bırakıp yeni şeyler öğrenmek, sosyal medyada eleştirilerle beğeni toplamaktan uzun vadede çok daha keyifli. Kendi Messi’sini arayan kız çocukları mutluluk gözyaşlarıyla tribün kenarında imza beklediğinde her şey aydınlanıyor, tüm dertler unutuluyor çünkü.
Futbolun bu yanına ayak uydurmak isteyenler için hiçbir şeye geç kalınmış değil. Kadınlar Şampiyonlar Ligi’nde yeni sezon bu hafta başlıyor. Erkeklerdeki yeni sistem bu yıl kadınlarda da ilk kez uygulanacak. Bu nedenle takım sayısı 16’dan 18’e yükseldi. Avrupa devlerinin bu yeni düzene nasıl uyum sağlayacağı şimdiden merak konusu.
Son şampiyon Arsenal sezona hiç de iyi başlamadı. Kolay tahmin edilebilen ama kaliteli bir takıma dönüşmüş gibiler. Maçları oldukça zevkli geçiyor. Chelsea, kadın futbolunun en istikrarlı ekiplerinden biri olmasına rağmen bir türlü şampiyon olamadı. Diğer Londra ekibinin zaferiyle birlikte daha da hırslı, daha da istekliler.
Barcelona süper yıldızlarla dolu. Akıcı ve boğucu oyunlarını izlemek, rakiplerinin bile gözlerinden taşan hayranlığı görmek bambaşka bir deneyim. Katalan ekibi büyük arenada her yıl zirveyi arşınlarken, kulübün ezeli rakibi Real Madrid’in o seviyelere ulaşma çabası yavaş da olsa hâlâ sürüyor. Madrid ekibinde yöneticiler, takıma tam desteği vermeden önce mucizevi başarılar bekliyor. Bu tartışmalı yaklaşımı her sene canlı canlı izlemek ve bolca eleştirmek oldukça keyifli.
Lyon’un yeni patronu Michele Kang’i çoğu futbolsever duymuştur. Erkek takımını düştüğü çukurdan kurtarmadan önce kadın takımının başına geçmişti. Avrupa futboluna hükmetmek istiyor. Şampiyonlar Ligi’ni sekiz kez kazanan Lyon’un başına geçmesi, onun için risksiz ama çok stratejik bir yatırım oldu.
Alman takımları eski günlerine dönmeye çalışıyor. Birkaç yıl önce Lyon’un en büyük rakibinin Wolfsburg olduğunu söylerdik. Fransa ekibi gücünü korudu; ancak aynı şey Wolfsburg için geçerli değil. Şu an Almanya’da dümeni Bayern Münih devralmış durumda. Onlar da yıllardır final hayali kuruyor. Genç jenerasyonları, hedefe giden yolda tempolu ve oldukça fiziksel maçlar sunuyor.
Bu yıl Şampiyonlar Ligi’ne iki takımla katılan bir İtalya da var. Bu dev futbol ülkesi, kadınların oyunu için de nihayet doğru adımları atmaya başladı diyebiliriz. Geride bıraktığımız temmuz ayında Avrupa Şampiyonası finalinin kıyısından dönen İtalya Milli Takımı da bunun en büyük kanıtı.
Devler Ligi’nin yeni sistemi sürprizlere açık. Heyecanlı ve keyifli 90 dakikalar izleyeceğimiz konusunda tüm kadın futbolu severler olarak hemfikiriz. Kulaktan kulağa oynamayı çoktan bırakmış yetişkin ruhları da aramıza bekliyoruz.

Bir yanıt yazın