,

Başkent’te Bir Keçi

Michael Jordan, bir insanın parkede kazanabileceği her şeyi kazanmıştı: NBA şampiyonlukları, MVP ödülleri, All-Star maçları, olimpiyat altınları… Emekli olmuş, emeklilikten dönüp aynı başarıları tekrarlamış, tekrar emekli olmuştu. 38 yaşına geldiğinde ise, içindeki basketbol ateşi sönmemişti. Jordan, hala doymamıştı.

Michael Jordan, 2009’da Naismith Basketball Hall of Fame’e kabul edilirken, konuşmasının sonunda dinleyenleri alkış ve kahkahaya boğan bir şey söyledi. “Bir gün baktığınızda, benim 50 yaşında hâlâ bu oyunu oynadığımı görebilirsiniz. Hayır, gülmeyin, asla ‘asla’ demeyin.” İnsanlar şaka yaptığını sandılar ve gülmeye devam ettiler. Onu yakından tanıyanlar ise biliyordu: Majesteleri şaka yapmıyordu. 48 yaşındaydı ve hâlâ her gün parkeye çıkma düşüncesi onu yiyip bitiriyordu.

Michael Jordan, basketbola aşıktı. “Aşk” doğru kavram olmayabilir. Basketbola takıntılıydı; onun obsesyonuydu bu spor, başkaca düşünebildiği çok az şey vardı. Tarifi kelimelerle imkansız bir mücadeleciliği, bir kazanma ateşi vardı ve en çok kazandığı yer, 28’e 15’lik, çizgilerle çevrili parkeler olmuştu. Ancak böyle bir takıntıyla insan altı kez NBA şampiyonu, altı kez Finaller MVP’si, beş kez NBA MVP’si ve on iki kez All-Star olabilirdi zaten. 1999 yılında ikinci emekliliğini açıkladığında, artık kararını vermiş gibiydi: “Asla ‘asla’ demeyin derim ama bu seferki emekliliğim %99,9 kalıcı olacak. Kariyerimde başarabileceğim her şeyi başardım. Kararımdan oldukça eminim.”

Yine de, basketbol Michael Jordan’ın peşini bırakmayacaktı. İkinci ve kesin emekliliğini açıkladıktan bir yıl altı gün sonra, Ocak 2000’de, Washington Wizards takımının küçük bir yüzdesini satın aldı. Anlaşma sadece basit bir hisse alım-satımından ibaret değildi; Michael Jordan, takımın yeni Basketbol İşlemleri Müdürü olacaktı. Takımın koç tercihinden transfer edeceği veya yollarını ayıracağı oyuncularına kadar, kulübün parkeye bakan yüzü, gelmiş geçmiş en iyi oyuncuya devredilmişti. Kendisi de basın açıklamasında bu göreve hazır gözüküyordu: “Wizards forması giymeyeceğim, ama formayı giyecek oyuncuların kimler olacağına karar verebileceğim. Takımın her yerinde parmak izlerimi bırakmaya çalışacağım.”

Wizards iyi bir takım değildi. Son on bir yılda yalnızca bir kez play-off’lara kalabilmişlerdi ve o sezon da ligin diplerinde savruluyorlardı. Açıklamanın yapıldığı gün, Dallas Mavericks’i ağırlayacaklar ve 104-86’lık bir sonuçla 40. maçlarında 28. mağlubiyetlerini alacaklardı. Yalnızca on gün sonra ligin bir diğer zayıf ekibi Cleveland’ı mağlup etmeyi başaracaklar, ancak maçtan dakikalar sonra koç Gar Heard’ü kovacaklardı. Bu kulüp artık tarihin en iyisi tarafından yönetiliyordu ve standartları buna bağlı olarak değişmişti. Takım üzerinde MJ’in parmak izleri oluşmaya başlamıştı.

Michael Jordan artık iş yerinde bir çift spor ayakkabısı ve bir şort değil, bir takım elbise ve yeni boyanmış ayakkabılar giyiyordu. En azından insanlar böyle olacağını tahmin ediyordu. İşler gerçekte böyle yürümüyordu, çünkü Michael Jordan kendini tutamıyordu. NBA kuralları kesindi: Bir takım sahibi, ne kadar küçük bir pay sahibi olursa olsun, takımın maçlarında oynayamazdı. Ancak Jordan’ın antrenmanlara çıkamayacağına dair bir kural yoktu. Majesteleri de bu fırsatı sonuna kadar değerlendiriyordu; takımın antrenmanlarında yer alıyor, hem tekrar parkeye sürten ayakkabı sesinin keyfini çıkarıyor hem de oyuncularını bizzat test edip en yakından gözlemliyordu. Ne var ki oyuncuları da koçu da istediği seviyede değildi. Wizards, 1999/00 sezonununda 82 maçın 29’unu, sonraki sezon ise yalnızca 19’unu galibiyet ile kapatacaktı. Ekselansları’nın hiç alışık olmadığı bir durumdu bu. Takımı kötüydü ve daha kötüye gitmeye de devam ediyordu.

2001 yazında basketbol tanrıları bu kadar acıya dayanamadı. Bir zamanlar yüzüne güldükleri prenslerini yalnız bırakmak istemediler ve kendisine bir hediye sundular: 2001 NBA Draftı’nda ilk seçim hakkı. MJ ve Wizards, bu hakla Kwame Brown’ı kadroya kattı; 19 yaşında, atlet ve yetenekli bir uzun. Jordan, takımın ve genç yıldızının yeni bir koça ihtiyaç duyduğuna kanaat getirdi. Göreve, 1986-89 yılları arasında Jordan’lı Chicago Bulls takımlarının koçluğunu yapan Doug Collins getirildi. Bu karar, NBA çevrelerinde fısıldanan dedikoduların yüksek sesle dillendirilmesine yol açtı. Michael Jordan neden eski koçunu takımın başına getirmişti? Yoksa tekrar basketbola dönmeyi mi planlıyordu?

Bu dedikodular yeni değildi. Basında sık sık Jordan’ın antrenmanlarda yer aldığı konuşuluyordu. Wizards oyuncuları, Jordan’ın kendilerini antrenmanda ne kadar zorladığını hatta zaman zaman domine ettiğini anlatıyorlar, ateşe benzin döküyorlardı. Jordan da, takımın diğer yetkilileri de aynı şeyi söylüyordu: Jordan oynamayı planlamıyordu. Öte yandan da kendini her sabah, elinde kahvesiyle oyuncuların arasında bulmaktan alıkoyamıyordu. Basketbol aşkı, Majesteleri’ni her sabah bir çalar saat gibi uyandırıyor, tüm gün kafasının içinde çalmaya da devam ediyordu. Jordan ise antrenmanlarda basketbol oynayarak kafasındaki sesle mücadele etmeye çalışıyordu.

Michael Jordan kaybetmekten nefret ediyordu, ama bu mücadeleyi kazanamayacaktı. Bu kararındaki bir neden, yine aynı kaybetme nefretiydi; takımı düzenli olarak maç kaybediyordu ve Jordan bir takım elbiseyle olan biteni kenardan izlemek zorunda kalıyordu. Buna daha fazla katlanamadı. 19 Eylül 2001’de bir açıklama yaptı. İkinci emekliliği de kalıcı olmamıştı. Sonunda Wizards formasını üzerine geçirecekti. Kulüpte oynayabilmek için takımdaki hisselerini devretmiş, yöneticilikten de istifa etmişti. “Sanki geçmeyen bir kaşıntım var gibiydi ve bu kaşıntının ömrümün geri kalanı boyunca beni rahatsız etmesini istemiyorum. Çok sevdiğim oyunu, basketbolu oynamak istiyorum. Para umrumda değil. Tek bir kuruş almayacak olsam da umrumda olmaz. Bu oyunu oynayacağım, çünkü bu oyunu seviyorum.” Bu sözlerle tarihin en iyisi, parkelere ikinci kez geri dönmüştü.

Jordan bundan altı yıl önce, sezon ortasında emeklilikten döndükten sonraki beşinci maçında New York deplasmanına gitmiş, efsanevi Madison Square Garden’da tam 55 sayı kaydederek takımına galibiyeti kazandırmıştı. Altı yıl sonra, bu sefer geri dönüşünün ilk maçında Garden’a çıktı. Farklı olarak, artık 38 yaşındaydı. 19 sayı ile takımının en skorer oyuncusu olsa da iki farklı bir mağlubiyete engel olamadı. Sonraki on maçta da bu durum değişmedi. Jordan 26,8 sayı ortalamayla oynasa bile takımı on bir maçın yalnızca ikisinden galip ayrılabilmişti. Kadro yeni süperstarına uyum sağlamaya başladıkça takımın formu yükselişe geçti. Bir noktada dokuz maçlık bir galibiyet serisi yakalayan Wizards, All-Star arasına girerken 26 galibiyet, 21 mağlubiyetle sağlam bir play-off takımı izlenimi veriyordu. İşler play-off’a kaldığında da kadrosunda Michael Jordan olan bir takım, Michael Jordan’sız her takıma kafa tutabilirdi.

İşler Jordan için de harika gidiyordu. Otuz dokuzuncu doğum gününe günler kala, on üçüncü All-Star maçına çıktı. 25 sayı, 6 ribaund ve 5 asist ortalamalarıyla oynuyor, MVP ödülü için aday gösteriliyordu. Kendisine zor bir hedef koymuş, ama yine bir şekilde o hedefe ulaşmıştı: Wizards’ı kazanan bir takım haline getirmişti. O an herkes mutluydu. Kimse yaklaşan kara bulutları fark etmiyordu.

Michael Jordan’ın dizleri, yıllarca üzerine binen fiziksel yükü artık kaldıramıyordu. All-Star maçı sonrası yalnızca beş maç oynayabildi. Kariyerinde ilk kez ameliyat olmak zorundaydı. Sezon sonuna, en azından play-off’lara yetişecek olması tek tesellisiydi. Ne var ki, play-off’lara Wizards yetişemedi. Son 35 maçında 24 mağlubiyet alan Washington, play-off hasretini beş yıla çıkarmıştı. Jordan ameliyat sonrası parkelere dönmüş, sakatlıkla boğuştuğu 1985/86 sezonundan bu yana ilk kez bir karşılaşmada yedekten oyuna girmişti. Yedi maç oynadıktan sonra takımın play-off’a gidemeyeceği anlaşılınca, doktorların da tavsiyesiyle sezonun kalanında oynatılmadı. Yine de sezonda 60 maça ulaşmış, All-Star seçilmiş, MVP oylamasında 13. sırayı almıştı. 39 yaşındaki bir adam için hiç fena değildi.

Jordan’ın Wizards’la bir yıl daha sözleşmesi vardı. Herkes bunun yolun sonu olduğunu biliyordu – yaşayan efsanenin parkelerdeki son macerası. 2002/03 sezonu başında, Jordan yedekten gelmeye ve kısıtlı süreler oynamaya devam etti. Takım sezona 6 galibiyet, 9 mağlubiyetle başlayınca, eski dost Doug Collins kırkına merdiven dayamış yıldızını ilk beşe yerleştirdi. Jordan kötü oynamıyordu, ama ‘Jordan’ olmaktan her geçen gün uzaklaştığı da aşikardı. Bu son değişiklik Wizards’a biraz can suyu olmuş, ama takımı ayağa kaldıracak kadar büyük bir fark yaratamamıştı. Buna rağmen Michael Jordan, yedek olarak All-Star maçına çağrılmıştı. Vince Carter, ilk beşteki yerini Ekselansları’na devredince Jordan karşılaşmaya ilk beş başladı ve maç adeta Jordan için verilen bir partiye dönüştü.

Herkesin bildiği Jordan hâlâ zaman zaman kendini gösteriyorsa da, Wizards kurtarılabilecek bir takım gibi gözükmüyordu. Jordan 40 yaşına girdikten dört gün sonra New Jersey potasına 43 sayı bırakarak NBA tarihinde 40 yaşında 40 sayı barajını geçen ilk oyuncu oldu. Aynı maçta takım arkadaşları toplam 46 sayı kaydedebildi ve Wizards maçı yalnızca üç sayı farkla kazandı. MJ, Madison Square Garden’a vedasında Knicks’e karşı 39 sayı kaydetse de takımına galibiyeti getiremedi. Wizards, arka arkaya ikinci kez 82 maçlık sezonu 37 galibiyetle bitirdi ve yine play-off’u kaçırdı. Ancak sezonun sonuna kadar Wizards vasat bir takım olmaktan öteye gidemese de her maç bir kutlama, bir saygı gösterisi şeklinde geçiyordu. Taraftarlar gelmiş geçmiş en büyük oyuncuyu görmek için bilet gişelerine hücum edip tribünleri dolduruyor, onu alkışlıyordu.

Michael Jordan, 16 Nisan 2003’te son maçına çıktı. Karşılaşma sona erdiğinde, Jordan’ın maç başına sayı ortalaması 30,12 olarak tarihin sayfalarına kazındı – Wilt Chamberlain’den 0,05 daha fazla ve listenin en tepesinde. Michael Jordan Washington formasını çıkardıktan sonra yöneticilik pozisyonuna dönmeye hazırlanıyordu. Evet, artık oyuncu olarak bu takıma çok bir şey katamazdı, ama işi bitmemişti. “Bu takımın kaderini döndürene kadar burada kalacağım” demişti ilk basın toplantısında ve sözünü tutacaktı. Ne var ki, Jordan’ın Washington’daki oyunculuk kariyeri ne kadar görkemli sona erdiyse, yöneticilik kariyeri de o kadar spot ışıklarından uzak bir şekilde bitti. Takım sahibi Abe Pollin, bir toplantıda Jordan’a “kulübün artık kendisine ihtiyaç duymadığını” söyledi ve Michael Jordan’ın başkent ekibiyle evliliği, bir toplantı salonunda ve otuz dakika içinde sona erdi.

Michael Jordan’ın Washington kariyeri, oyunculuk ve yöneticilik olarak iki ayrı başlıkta değerlendirilmeli. Yönetici Jordan, kendisini muhteşem bir oyuncu yapan özellikleri nedeniyle yetersiz kalmıştı: Sabırsızlığı ve her an kazanma isteği nedeniyle kısa vadeli hamleler yapmış, oyuncularını motive etmeye çalışırken onları kendinden uzaklaştırmış, takım içinde kavgalar çıkarmıştı. 2001 Draftı’nda birinci sıradan seçtiği Kwame Brown Jordan’ın gölgesinde ezilmiş, yıllar sonra tarihin en kötü birinci sıra seçimlerinden biri olarak değerlendirilecek bir oyuncuya dönüşmüştü. İkilinin yolları daha sonra Charlotte Bobcats’te kesişecekti. Oyuncu Jordan ise hâlâ  zaman zaman dünyanın en iyisi olabiliyordu ama ne yaparsa yapsın Wizards’ı play-off’lara taşıyamamıştı.

Jordan’ın Washington’a en büyük katkısı ise bu ikisinin dışında, üçüncü bir başlıkta olmuştu. Jordan fenomeni, NBA’in üçüncü sınıf bir takımını izleyicilerin ve basının odağına sokmayı başarmıştı. 2000/01 sezonunda ligin bilet satış sıralamasında on sekizinci olan Wizards, Jordan’lı iki sezonu da ikinci olarak bitirdi. Michael Jordan’ın oynadığı her maç kapalı gişe  oynanmış, takımın ortalama seyircisi 20 binin üzerine çıkmıştı. Tarihin en iyisi, takımını play-off’lara taşıyamasa da uzun yıllar sonra ABD’nin başkentindeki basketbol takımını ciddiye alınması gereken bir kulüp haline getirmişti.

O takımın sahibi ise tüm bunların karşılığında Jordan’a oldukça özgün bir teşekkür paketi hazırlamıştı: 30 dakikalık bir toplantı ve kariyerindeki ilk kovulma deneyimi.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir