Yaşasaydı 11 Eylül’de sekseninci yaşını kutlayacak olan Almanların efsanevi futbol ikonu Franz Beckenbauer, futbolculuğunda olduğu kadar antrenörlüğünde de iz bırakan işlere imza attı. Futbolculuk sonrası içine adeta ‘düştüğü’ bu kariyeri de adına yaraşır bir gösteriye çevirmeyi başaran ‘Kaiser Franz’, tahtından düşmemeyi de bilecekti…
Federal Almanya Milli Takımı, 20 Haziran 1984 günü Avrupa Futbol Şampiyonası B Grubu’ndaki son karşılaşması için İspanya karşısına çıkarken, büyük değişimlerin kapıda olduğu kimselerin aklına gelmiyordu. Öyle ya, son Avrupa Şampiyonu ve son dünya ikincisine gruptan çıkmak için bir puan yeterli olacaktı. 90.dakikaya kadar işler yolunda gitti. O dakikada sahneye çıkan Antonio Maceda, attığı golle taşların yerinden oynadığı bir sürecin başlangıcına imza atmış oldu.
Son dakika golüyle İspanya’ya 1-0 yenilen Batı Almanya, grupta üçüncü sıraya düşmüş ve evine dönmüştü. Altı yıldır Jupp Derwall’in çalıştırdığı milli takım, bu süreçte yalnızca bir Avrupa Şampiyonluğu kazanabilmişti. Derwall’in o koltukta daha fazla oturması istenmiyordu. Derwall de kamuoyundan gelen yoğun taleplere direnmeyerek görevinden istifa etti. Şimdi yeni bir teknik direktör bulunmalıydı. Ancak bu defa ortada bir sıkıntı vardı. Federal Almanya, usta-çırak ilişkisiyle kök salmış bir futbol yönetimine sahipti. Sepp Herberger görevini yardımcısı Helmut Schön’e bırakmıştı, Schön de Derwall’e. Yine benzer bir süreç işleyebilirdi ancak Derwall görevini selefleri gibi emeklilik için bırakmamıştı, istifa etmişti. Bu nedenle çözüm alışılageldiği kadar kolay bulunamayacaktı.
O sıralarda Almanya’nın ünlü gazetesi Bild’in spor servisinde ise bazı planlar yapılıyordu. 1982 yılında futbolu bıraktıktan sonra gazetede yazarlığa başlayan Franz Beckenbauer, bu görev için kendisini aday görüyor veya etrafındakiler tarafından aday gösteriliyordu. Beckenbauer yıllar sonra spor servisinde “belki bir yıllığına teknik danışmanlığı üstlenebilirim” dediğini ve gazetenin de bunu “Franz: ‘Ben hazırım!’” manşetiyle duyurmayı tercih ettiğini iddia edecekti. Ancak bu olayın Beckenbauer’in menajeri Robert Schwan ile Bild’in ortaklaşa tertiplediği bir tezgah olduğu, insanların daha fazla inandığı bir iddia olacaktı.

Haber hızla kamuoyu oluşturdu ve dönemin Almanya Futbol Federasyonu Başkanı Hermann Neuberger, Beckenbauer’e teklif götürdü. Teklifi kabul eden Kaiser, ‘Teamchef (Takım Şefi)’ ünvanıyla tahtına oturdu. Bu ünvanın verilmesinin altında yatan sebep ise Beckenbauer’in egosu değildi. Futbolu kısa bir süre önce bırakmış olan efsanevi liberonun henüz teknik direktörlük lisansı bulunmuyordu. O nedenle birinci yardımcısı bu lisansa sahip olan bir antrenör olacaktı. Bu görevi 1986 Dünya Kupası’nın bitimine kadar Horst Köppel, devamında ise Holger Osieck üstleneceklerdi.
Beckenbauer’in ilk sınavı, Meksika’da düzenlenecek 1986 Dünya Kupası’ydı. Eleme grubunda oynadıkları sekiz maçta sadece bir yenilgi alan Batı Almanya, rahatlıkla finallerin yolunu tuttu. Ama bu, sınavın yalnızca ilk sorusuydu. Kalan sorular epey kazık olacaktı…
Turnuvayı sıkıcı bir futbol oynayarak geçiren Batı Almanya, yarı finalde 1982’de olduğu gibi Fransa’yı eleyerek Maradona’lı Arjantin’in karşısına çıktı. 2-0 geriye düştükleri maçı iki köşe vuruşundan buldukları iki golle 2-2’ye getirseler de karşılaşmadan 3-2 mağlup ayrıldılar ve bir kez daha dünya ikinciliğiyle yetindiler. Ama bu ikincilik bir başarı olarak görülmemeliydi zira 1982 ve 1984 turnuvalarından kalan kadronun üzerine bazı genç eklemeler yapılmışsa da eldeki takımyaşlı ve epey sorunlu bir yapıdaydı. Takımın birinci kalecisi Toni Schumacher’in turnuvanın ardından yazdığı Anpfiff (Başlama Vuruşu) kitabı, o kadrodaki sorunlu yapıyı gözler önüne serecekti.
Schumacher, kitabında Beckenbauer’den “Prusyalı bir albay kadar sert” diye bahsediyordu. Beckenbauer artık sahada olmadığı için futbolu kafasının içinde oynamaya mahkumdu ve Schumacher’e göre bu onun için bir hapislik hayatıydı. Takım Münihliler, Kölnlüler ve diğerleri olarak üçe bölünmüştü. Alman eldivene göre Kaiser, Alman futbolunun yeniden yükselişinin mimarıydı ancak üzerine yüklenen sorumluluğun baskısı altında bunalıyor ve hata yapıyordu. Bir basın toplantısında Almanya’dan Fransa Ligi’ne transfer olan Pierre Littbarski ve Klaus Allofs ile ilgili sorulan soruya cevaben ‘Bundesliga’nın çöp oyuncularla dolu’ olduğunu söylemesi ve eldeki takımla dünya şampiyonu olamayacaklarını iddia etmesi, kuşkusuz Franz’dan beklenmeyecek kadar kötü bir liderlikti.
Beckenbauer’in yaşadığı esas problem onun geçmişinde yatıyordu. O şüphesiz ki tarihin en büyük futbolcularından biriydi, bir ikondu. Ama sahadaki futbolcular onun kadar yetenekli değildi. Franz’ın anlamak istemediği şey, herkesin kendisi gibi olmadığıydı. Bunun yanı sıra taktik açıdan sahaya olumlu bir şey koyamıyor, ağabeyliğiyle futbolcular üzerinde etki yaratmak istemesi de tecrübesizliği -ve belki de isteksizliği- yüzünden sonuçsuz kalıyordu.
Meksika’da alınan ikincilik, Beckenbauer’e istediği takımı yaratma şansı verdi. Yaşlanan Rummenigge, Magath, Jacobs, Briegel ve Schumacher gibi oyuncular milli takımdan kesilirken yerlerine daha genç oyuncularla, daha homojen bir kadro kurulmaya başlandı. Ancak bu hazırlığın bir tek noksanı vardı, o da Batı Almanya’nın sadece hazırlık maçı oynayabilmesiydi. Zira Batı Almanya, 1988’de yapılacak Avrupa Futbol Şampiyonası’nın ev sahibi olduğu için eleme karşılaşmaları oynamayacaktı. Bu dezavantaja rağmen istediği kadroyu bir nebze de olsa oluşturan Beckenbauer, Euro 1988’de nispeten daha olumlu bir futbol anlayışıyla çıktı sahaya. Yarı finalin son dakikalarında Marco van Basten’den yedikleri gol onları finalden ettiyse de gidişat olumluydu. İyi ve sorun çıkarmayacak profilde oyuncular kadroya eklenmiş, Lothar Matthaus’a kaptanlık verilmiş ve inananlarının desteğini alan Kaiser, tahtını sağlamlaştırmıştı. Yeni hedef, İtalya’daki Dünya Kupası’ydı.
1990’a giden yol beklentilerin aksine epey zor geçildi. Eleme grubunda Hollanda, Galler ve Finlandiya ile karşılaşan Batı Almanya; Galler’e iki maçta da puan kaptırdığı grubu Hollanda’nın bir puan arkasında, ikinci sırada tamamladı. Ancak dört yıldır ilmek ilmek kurulan kadronun zirveye çıkma vakti gelmişti artık. Dünya Kupası’na tarihin en iyi kadrolarından biriyle giden Batı Almanya, Kolombiya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yugoslavya’dan oluşan grubu rahatlıkla geçti. İkinci tur, beraberinde bir ezeli rekabeti getirecekti. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana aralarında sonu gelmez bir rekabet olan Hollanda ile Batı Almanya, henüz ikinci turda birbirlerine çarpmışlardı. Bu, iki büyük ekolden biri için kupaya erken veda anlamına geliyordu.
24 Haziran 1990 günü, Beckenbauer’in taktik zekasını gösterdiği gündü. Bütün turnuva boyunca libero oynattığı Guido Buchwald’i asli yeri orta sahaya kaydıran Kaiser; Hassler’i yedeğe çekmiş, gerideki beşliye ek Buchwald’le altılı bir defans bloğu oluşturmuştu. Hollanda’nın hücum gücü 1988’deki kadar etkili olmasa da sahadaki 11 tamamen etkisiz hale getirecekti onları. Buchwald’in hiç adeti olmadığı üzere kanattan getirdiği topta Klinsmann’la öne geçen Federal Almanya, Andreas Brehme’nin muhteşem golüyle iki farkı yakalamış ve güle oynaya çeyrek finali yakalamıştı. Koeman’ın son dakikadaki penaltısı da durduramamıştı onları.
1990’ın kahramanlarından Brehme, Beckenbauer’in takım üzerindeki etkisini “Antrenörken takıma çok yakındı. Bu yönü harikaydı. Ayrıca bizim gibi o dönemin futbolcuları için bir idoldü. Onun kulübede olması muhteşemdi, bize sinirlense bile bizim için hep eşsiz bir kişiydi.” diye açıklıyordu. Kaptan Matthaus ise takımı bir ‘izci birliği’ olarak nitelendiriyor ve “Biz oyuncular Franz’ın söylediği her şeye inandık.” diyordu.
Çeyrek finaldeki Çekoslovakya maçı ise onun mükemmeliyetçiliğini ortaya koyan bir test niteliğinde olacaktı. Maçta zor anlar yaşayan Batı Almanya, Lothar Matthaus’un penaltıdan attığı golle rakibini mağlup etmiş ve yarı finale yükselmişti. Futbolcular soyunma odasında yarı final sevincini yaşamaya hazırlanırken, onları bir sürpriz bekliyordu. Beckenbauer’in “Çocuklar, böyle bir şey olamaz!” cümlesiyle başladığı öfke dolu nutuk beş dakika sürdü. O beş dakikanın sonunda onu durduran ise kaleci antrenörü Sepp Maier olacaktı:
“Franz, 1-0 kazandık ve yarı finaldeyiz.”
“Çok teşekkür ederim, haklısın…”

Yarı finalde İngiltere’yi penaltılarla geçen Batı Almanya’nın karşısına dört yıl önce dünya şampiyonluğunu kaptırdıkları Arjantin çıktı. Beckenbauer finalden önce oyuncularına “Çıkın ve futbol oynayın!” diyordu ya, Arjantin’in futbol oynamaya pek de niyeti yoktu. Tarihin en sıkıcı Dünya Kupası finalleri arasına rahatlıkla girebilecek bu maçın kahramanı ise yine Brehme oldu. Almanların unutulmaz sol beki, 85.dakikada kazanılan penaltıyı ustaca bir vuruşla gole çevirdi ve Batı Almanya’yı 16 yılın ardından, üçüncü defa dünyanın zirvesine çıkardı. Kaiser yine başarmıştı. 1974’te kaptan olarak kaldırdığı kupayı bu defa teknik direktör olarak kazanmıştı. Görevini tamamlamıştı, artık ayrılık vaktiydi. Almanya Futbol Federasyonu lisanssız geçirdiği altı yılın ardından onu ‘onursal teknik direktörlük’ lisansıyla ödüllendirdi. Kaiser ayrılırken Almanya’nın uzun yıllar yenilmezliğini sürdüreceğini iddia etmişti. Yanıldığını görmesi ise pek uzun sürmeyecekti.
1990 yılında konfor alanından çıkan Beckenbauer, eylül ayında yardımcısı Osieck ile çılgın iş insanı Bernard Tapie’nin başkanlığını yaptığı Marsilya’ya imza attı. Franz, sekizinci haftadan itibaren devraldığı takımıyla çıktığı 17 maçta 10 galibiyet, iki beraberlik ve beş mağlubiyet aldı. Aralık ayında lig lideriyken görevinden alınarak teknik danışmanlığa getirildi.
Bu maceranın ardından teknik direktörlük kariyerini noktalayan Beckenbauer, 1991 yılında efsanesi olduğu Bayern Münih’e başkan yardımcısı olarak geri döndü. Ancak Franz demek, tarih yazmak demekti. Almanya’da hem futbolcu hem antrenör olarak şampiyonluk yaşamıştı, Bayern eksik mi kalsaydı?

1993/94 sezonunun 20.haftasını liderin iki puan arkasında üçüncü sırada bitiren Bayern Münih’te teknik direktör Erich Ribbeck’in görevine son verildi. Yeni ve bilinmez bir maceraya atılmak riskliydi. Kaiser çareyi tribünden sahaya inmekte buldu. Son 14 haftada toplanan 29 puan, Bayern’i dört yıl sonra yeniden Almanya’nın zirvesine çıkarmaya yetti. Görevini yapan Beckenbauer yeniden tribündeki koltuğuna döndü. Aynı yıl tahtı biraz daha değer kazandı. Artık Bayern Münih’in başkanıydı.
Bir şeyin tadını bir defa alın, sonuç verdiğini görün; bakın bakalım vazgeçebiliyor musunuz ondan? Beckenbauer’in teknik direktörlük kariyeri de henüz sona ermemişti. Bir sezonluk Giovanni Trapattoni denemesinin ardından takımı Werder Bremen’i Almanya şampiyonu yapan Otto Rehhagel’e emanet eden Bayern’de işler yine istendiği gibi gitmiyordu. 1995/96 sezonunun 30.haftasında Hansa Rostock’a 1-0 mağlup olan takımda Rehhagel’in görevine son verildi. Bayern’in önünde oynanacak dört lig haftası ve Bordeaux’a karşı oynanacak çift ayaklı bir UEFA Kupası finali vardı. Franz, yine kolları sıvadı. Lider Dortmund’un üç puan arkasında devraldığı takımla üç lig maçına çıkan Kaiser, bu maçların sadece birini kazanabilirken, kalan iki maçı kaybetti.
Bu defa olmamıştı, lig üst üste ikinci defa Borussia Dortmund’un zaferiyle noktalanmıştı. Elde ilk maçı 2-0 kazanılmış bir Avrupa finali kalmıştı. Kaiser’in son maçında sahadan zaferle ayrılmamasının ise imkanı yoktu. Rövanşı da 3-1’lik skorla kazanan Bayern Münih; tarihinin ilk ve tek UEFA Kupası’nı müzesine götürürken, Beckenbauer de teknik direktörlük yaşantısını geri dönmemek üzerine noktalamıştı. Adını tarihe futbolcu olarak altın harflerle yazdıran Kaiser, teknik direktörlüğünde de tahtından inmemişti. O, her şart ve koşulda imparatordu ve daima öyle kalacaktı…
Bir yanıt yazın